Yavuz Selim KURT
Bundan tam 47 yıl evvel, işgal çetesi İsrail, Filistin’in
kuzeyindeki Celile bölgesinde yaşayan Filistinlilere ait
binlerce dönüm araziye el koydu. Bunun üzerine Filistin
halkı, bu gaspı protesto etmek için genel greve gitti ve
gösteriler düzenledi.
İsrail polisi gösterilere katılan Filistinlilere ateş açarak 6
kişiyi şehit etti, binlerce kişiyi yaraladı. İsrail’in
kuzeyindeki Celile bölgesinde bulunan Deir Hanna
beldesinde yaşanan bu olay, polis ile İsrail vatandaşı olan
Filistinli kitleler arasında yaşanan ilk kitlesel çatışma
olması sebebiyle büyük önem kazandı.
Olayın gerçekleştiği tarihte Deir Hanna beldesinde
yaşayan Filistinlilerin yaklaşık yüzde 20’sini Hristiyanlar,
geri kalanını ise Müslümanlar oluşturuyordu.
“Toprak Günü” olarak anılan bu olay, İsrail ile Filistin
arasındaki çatışmanın kaynağı olan toprak konusunda
Filistinlilerin gösterdiği direnişin simgesi olarak
görülüyor.
Aslında Toprak Günü’nün geçmişi “Nekbe” (Büyük
Felaket) olarak bilinen 1948’de İsrail’in kurulması ve
sonrasındaki olaylar zincirine kadar uzanıyor.
Filistin İstatistik Merkezinin Mart 2015’teki verilerine
göre İsrail, 27 bin kilometrekarelik Filistin topraklarının
yüzde 85’ine el koymuş durumda. Filistinliler kendi
vatanlarının sadece yüzde 15’ini kullanabiliyor.
Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ndeki mülteci kamplarının yanı sıra
başta Suriye, Lübnan ve Ürdün olmak üzere dünyanın farklı
bölgelerinde vatanlarından uzakta hayat süren milyonlarca
Filistinli, hala yüzlerinin “çalınan cennet” olarak tanımladıkları
Filistin’e dönük olduğunu her fırsatta dile getiriyor.
Birleşmiş Milletler’in (BM) “Evlerine geri dönmeyi ve komşularıyla
huzur içinde yaşamayı arzulayan mültecilerin, mümkün olan en
yakın zamanda bu arzularını gerçekleştirmelerine izin verilmeli ve
geri dönmemeye karar verenlerin arazileri için tazminat ödenmeli”
şeklindeki 194 sayılı kararını ise İsrail uygulamayı reddediyor.
Gazzeli yiğit kardeşlerimizin başlattığı Aksa Tufanı isimli yarma
harekâtının başlamasından bu yana yaşanan bu işgal ve zulmün
ortadan kalkmasının yegâne reçetesi ve çözümü, geçmişte şerefli
ecdadımızın yaptıklarını yapmaktır. Sömürgeci İngilizlere göre
“Doğu”nun “orta”sında olduğu için “Ortadoğu” olarak adlandırılan
bizim coğrafyamızın en nadide bölgesi olan Filistin’e ve onun
ilelebet başkenti olan Kudüs’ümüze bu kan içici, zalim ve hırsız
Siyonist rejimden önce yabancı bir unsur olarak Haçlı Batılılar
gelip yerleşmişlerdi. Hatta Filistin topraklarından Antakya’ya kadar
uzanan bir Haçlı Krallığı kurmuşlardı.
Haçlılar 1095 yılında düzenledikleri bir seferle 1099’da Kudüs’ü
işgal ve istila edip tarihte eşi benzeri görülmemiş bir katliam
yaparak buraya yerleşmişlerdi. Öylesine kan dökmüşlerdi ki, bazı
tarihçilerin kaynaklarına göre Kudüs’te akan kan atların üzengisine
kadar ulaşacak seviyedeydi. Fakat tıpkı bugünkü gibi dağınık
durumda bulunan, ittihattan yoksun İslam âleminin zayıflığından
yararlanarak kurdukları Haçlı Krallığı uzun ömürlü olamamıştır.
1187 yılında “Taberiye Gölü” yakınındaki “HITTİN” adlı tepenin
eteklerinde Muhteşem ve cesur İslam Kumandanı Selahaddin-i
EYYUBİ tarafından müthiş bir bozguna uğratılan işgalci Haçlı
sürüsü tamamen yok edilmiş, çoğu da susuzluktan helak
olmuşlardır. Bu tarihi zaferin ardından Selahaddin-i EYYUBİ, 2
Ekim 1187’de Kudüs’e girmiş ve insanlık tarihinde emsal teşkil
edecek bir adaletle ve merhametle Kudüs halkının yaralarını
sarmış, asla intikam hisleriyle hareket etmeyerek bu kadim İslam
diyarını yeniden Müslümanlaştırmıştır.
Selahaddin-i EYYUBİ’nin Kudüs’ü yeniden fethettiği gece mübarek
Miraç Kandili’ydi ve kendisi bu vesileyle genel af ilan etmişti. Ancak
kılıç artığı bazı Haçlılar bu benzersiz merhameti bir taktik
zannederek kaçıp Akra Kalesi’ne sığınmışlardı. Daha sonra bu kale
ve civarında bir süre daha mukavemet gösterdikten sonra meşhur
Memluk Emiri Sultan Halil tarafından tamamen kılıçtan geçirilerek
1291 yılında Akdeniz’e dökülmüşlerdir. Bu topyekûn yok etme asla
Roma İmparatoru Titus’unkine benzemiyordu, zira o zaferi
kazandıktan sonra Süleyman Mabedi’ni yıkmış, Yahudilere ise her
türlü eziyeti yaparak yurtlarından sürmüştü. Oysa Müslümanların
zaferiyle bu söz konusu coğrafyaya dışarıdan dâhil olmuş işgalci
Haçlı unsurlar tamamen yok edilerek ortadan kaldırılmıştır. Bu
hadiseden 8 yüzyıl sonra bugünkü işgalci İsrail’in sakinleri olan
Yahudiler de bu bölgeye özellikle 2 dünya savaşı arasında ve
sonrasında dışarıdan dâhil olmuşlar ve bölgenin asıl sahipleri olan
Müslüman Arapları son günlerde had safhaya çıkan soykırımlara
tabi tutarak yok etme yolunu seçmişlerdir.
Zamanı evvelinde, azgınlıkları ve zulümleri nedeniyle Haçlıların
başına gelen olayın aynısının kendi başlarına da geleceği endişesi
bir başka deyişle “Hıttin, yani yok edilme korkusu” her Yahudi’nin
bilinçaltında derin izler bırakmıştır.
Yahudiler, Haçlı sürülerinin uğradığı aynı akıbete uğramamak için,
Türkler dahil tüm bölge milletlerini, özellikle de Arapları etkisiz ve
saf dışı edecek bin bir türlü plan ve hile geliştirmişlerdir.
Bu ırkçı emperyalistlerin özellikle ülkemiz üzerine oynadıkları
oyunlar hakkında daha çok yazıp çizeceğiz. Ancak gün Filistin’e,
Kudüs’e her zamankinden daha fazla sahip çıkma günüdür. Oradaki
kardeşlerimizden en azından duamızı esirgemeyelim ve katil
Siyonistlerin sahip çıktıkları kadar ilk kıblemizin bulunduğu
topraklara sahip çıkalım ve Hıttin’de Selahaddin’in yaptığını
unutmayalım. Onlarda oluşan bu HITTİN
SENDROMU/KORKUSU bizde HITTİN CESARETİ olarak tecelli
etsin. Bu ırkçı emperyalistler çok yakında bu HITTİN KORKUSU’yla
kahrolup gidecekler. Ancak o ana dek her bakımdan hazırlıklı
olunmalıdır.
İKİ DOĞU ve İKİ BATI’NIN RABBİNE
EMANET OLUNUZ…