Abluka
(Blockade)
Mammad ISMAYILOV
Geniş anlamıyla abluka, bir devletin dış dünya ile olan bağ
ve ulaşımının diğer devlet tarafından zor ve kuvvet
kullanmak suretiyle kesilmesidir. Deniz ablukası ise, bir
muharip tarafın, düşman kıyılarının bir kısmının veya
tamamının, tüm devletlerin gemilerinin ve/veya
uçaklarının girişine veya çıkışına kapalı olduğunu ilan
etmesi anlamına gelmektedir. Bir başka tanıma göre
abluka, savaşan taraflardan birinin diğer tarafa karşı
topraklarının belirli bir bölümüne, özellikle de kıyılarına
girişi ve çıkışı engellediği bir savaş eylemi olarak ifade
edilmektedir. Ablukayla güdülen amaç, düşman tarafın
açık denizlere giriş ve çıkışını kesmek ve böylece diğer
devletlere olan tüm ticari ilişkilerini engelleyerek savaşı
devam ettirebilme kabiliyetini yok etmek veya bunu
azaltmaktır.
Abluka örf ve adet hukuku esas alınarak Anglo-ABD
Ganimet Mahkemeleri tarafından belirlenen ilkelere
dayanılarak geliştirilen bir yaptırım yöntemidir. Ablukaya
ilişkin yasal temellerin oluşturulmasında İngiliz hukukçu
Stephen Lushington ve Privy Council’in Kırım Savaşı
sırasında İngilizler tarafından ele geçirilen bir Danimarka
gemisi olan Franciska’ya ilişkin 1854 tarihli kararlarının
önemli etkisi olmuştur. Ablukaya ilişkin ilk uluslararası
metin ise 16 Nisan 1856 tarihli “Paris Deniz Hukukuna
Uyma Deklerasyonu’dur. Adından da anlaşılacağı üzere bu
Deklarasyon yalnızca deniz ablukasına ilişkin hükümler
içermekteydi. Bu Deklarasyon’un 4.maddesine göre, bir
ablukanın bağlayıcı bir niteliğe sahip olabilmesi için ektin
bir şekilde uygulanması ve bu etkinliğin abluka uygulanan
bölgelere/sahillere erişimi önleyebilecek düzeyde yeterli
deniz gücü unsurları tara- fından gerçekleştirilmesi
gerekmektedir.
Görüldüğü üzere bir ablukanın bağlayıcı bir niteliğe sahip
olabilmesi için her şeyden önce etkin bir şekilde uygulanması
gerekmektedir. Diğer bir ifadeyle abluka sadece kâğıt üzerinde
kalan bir yaptırım türü olmamalıdır.
26 Şubat 1909 tarihli Londra Deklarasyonu deniz ablukasının
oluşumu açısından önemli hükümler içeren bir diğer uluslararası
metin olma özelliğini taşımakta- dır. Londra Deklarasyonu savaş
zamanında açık deniz alanlarının hukuki statü- sünü belirleme ve
muharip tarafların birbirilerini denizden ablukaya alma hakkı
tanıyan ilk uluslararası andlaşma olma özelliği taşımaktadır.
Deklarasyon savaş zamanında bir deniz ablukası uygulayacak
olan devlet ya da deniz gücü tarafından yapılması gerekenleri
aşağıdaki şekilde düzenlemiştir.
Bunlar: Deklarasyonun başlangıç tarihi; abluka altındaki kıyı şeriti
veya coğrafyanın sınırı; ablukanın derhal tarafsız devletlere
duyurulması/yayınlanması. Bu düzenlemeler günümüzde de
deniz ablukasına ilişkin uyulması gereken temel kurallar
niteliğindedir. Ancak Londra Deklarasyonu yeterli sayıda devlet
tarafından onaylanmadığı için uluslararası hukuk kapsamında
bağlayıcı bir nitelik kazanmamıştır. Bununla birlikte
Deklarasyonda deniz ablukasına ilişik yer alan hükümler zaman
içerisinde ulus- lararası örf-adet hukuk niteliği kazanarak birçok
devlet ve uluslararası kuruluşlar tarafından genel kabul
görmüştür.
Deniz ablukasına ilişkin uluslararası hukuktaki en modern
düzenlemeler 12 Ağustos 1949 tarihli Cenevre Sözleşmesi’nde
yer almaktadır. Ancak buradaki düzenlemeler doğrundan deniz
ablukasına atıfta bulunmamakta sadece abluka esnasında
uygulanacak usullere ilişkin hükümleri insancıl hukuk bağlamında
ele almaktadır.
Burada deniz ablukası ile silahlı çatışma arasında bir bağlantı
kurula- rak, silahlı çatışma devam ederken hastaların, yaralıların,
kazazedelerin, sivillerin açlığa mahkûm edilmemesi ve insani
yardım girişimleri ve faaliyetlerinin bir savaş yöntemi olarak
kullanılmaması ve savaş yöntem ve araçlarının seçilmesinde
ölçülülük ilkesine uyulmasa gerektiği belirtilmiştir.
Örneğin Ek Protokol’ün 70.maddesine göre, muharip tarafları ve
sözleşemeye taraf olan herkes her türlü yardım malzemesine,
ekipmana ve personele, yardım karşı tarafın sivil halkına
gönderiliyor olsa bile, bu yardımın hızlı ve engelsiz bir biçimde
geçişine izin vermeli ve geçişi kolaylaştıracak koşulları
sağlamalıdır.
Günümüzde ise deniz ablukasına ilişkin en kapsamlı düzenleme
1994 yılında hazırlanan “Denizde Silahlı Çatışmalara Uygulanacak
Uluslararası Hukuka İlişkin Son Remo Düzenlemesi”dir. Bu
düzenleme kısaca “San Remo” düzenlemesi olarak da
adlandırılmaktadır. Düzenleme denizde çıkabilecek ihtilaflar
durumunda uygulanacak kuralları ortaya koymaktadır. San Remo
düzenlemesi tüm devletlerin mutabık kaldığı bir düzenleme
olmasına rağmen uluslararası hukuk bakımından bağlayıcı bir
nitelik kazanamamıştır. Bununla birlikte bu düzenle- menin, silahlı
çatışmalar sonucunda uygulanacak deniz ablukasının nasıl olması
gerektiğini belirten açık düzenlemeler içermesi bakımından son
derece önemlidir.
Bu düzenlemeye göre bir ablukanın uluslararası hukuka uygun
olabilmesi için her şeyden önce uluslararası topluma ilan
edilmesi gerekmektedir. Diğer bir ifadeyle tüm muharip taraflar
ve diğer devletler, uygulanacak ablukadan haberdar olmalıdırlar.
Ayrıca ablukanın ne zaman başlayıp ne zamana kadar
uygulanacağı da belirtilmiş olmalıdır. Bunlara ek olarak bir
ablukanın hukuka uygun olabilmesi için bunun gerekli, orantılı ve
haklı olması gerekmektedir. Yine bu düzenlemeye göre, abluka
uygulanırken tarafsız bir biçimde tüm devletlerin gemilerine
uygulanmalıdır. Ayrıca, uygulanacak ya da uygulanan abluka, sivil
halkın açlıktan ölmesine veya en temel ihtiyaçlarının
karşılanmasına engel teşkil etmemelidir.
Bunlara ek olarak, orantılılık ilkesine vurgu yapılarak ablukadan
beklenen askeri avantajın sivil halk üzerinde sebebiyet vereceği
zararları aşmaması gerektiği de ifa- de edilmiştir. Ayrıca,
uygulanacak olan abluka, abluka altında yaşayan sivil halka
yönelik toplu bir cezalandırılmaya dönüşmemelidir, aksi halde
abluka meşruiyetini kaybedecektir. Bu husus ayrıca 4. Cenevre
Sözleşmesi’nin 33.maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre abluka
altında yaşan sivil halk hiçbir şekilde toplu olarak
cezalandırılamayacaktır.
Abluka BM Güvenlik Konseyi tarafından da uygulamaya
konulabilmektedir. BM Antlaşması’na göre barışın tehdit
edilmesi, bozulması veya bir saldırı fiilinin ger- çekleştirilmesi
halinde Güvenlik Konseyi abluka da dâhil diğer zorlayıcı
tedbirlere başvurabilecektir.
Yukarıda da ifade edildiği üzere abluka, uluslararası hukuk ve
örf-adet kurallarıyla düzenlenmektedir. Uygulama şekli ise
tarafsız devletlere önceden uyarı ve adil uygulama esasına göre
gerçekleşmektedir. Bununla birlikte abluka ancak etkin hale
getirildiği zaman yasal bir statüye sahip olmaktadır. Abluka
durumunda ablukadan kaçmaya çalışan gemiler veya uçaklara el
konulabilmektedir. Daha sonra ise, muharip devlet tarafından
kurulan bir ganimet mahkemesi ele geçirme işlemlerinin yasal
olup olmadığına karar vermektedir. Ele geçirilme işlemlerinin
yasal olduğu yönünde karar verilmesi halinde araçlar ve araçların
içerisindeki mallar kaçak ilan edilerek müsadere edilmektedir.
Ayrıca ablukaya ilişkin örfi hukuka göre muharip taraflardan biri
koşulların oluşmasıyla, düşmanın deniz kıyısının tamamını
ablukaya alabilir, ancak düşman kıyısının tamamının veya
herhangi bir kısmının ablukasının salt ilanı koşullar oluşmadan
gerçekleşmişse bu abluka yasal bir etkiden yoksul olacaktır. Bu
türden bir abluka ilanı eski dönemlerde yaygın olarak
uygulanmaktaydı ve “kağıt abluka” olarak adlandırılıyordu.
Bunlara ek olarak bir muharip taraf, düşmanın fiili kontrolü veya
işgali altında olmadıkça tarafsız bölgeyi ablukaya alamaz veya
düşman topraklarını tarafsız bölgeye erişimi engelleyecek
şekilde ablukaya alamayacaktır.
Ablukaya ilişkin örf-adet hukukuna göre bir ablukanın sona erme
durumları aşağıdakilerdir:
1) ablukayı gerçekleştiren hükümetin veya ablukadan sorumlu
komutanın ablukanın sona erdiğini açıkça ilan etmesi;
2) abluka işleminin ektin bir şekilde sürdürülmesinde
aksaklıkların yaşanması ve yavaşlamaların olması;
3) ya da ablukaya alınan yerin abluka eden devlet tarafından
işgal edilmesi. Ablukaya ilişkin ilk kuralların geliştiği zamanlarda
herhangi bir olayda ya da sevkiyat zamanı o bölgede abluka
olduğunun bilinmesine rağmen gerçekleştirilen işlemler
ablukanın ihlali olarak değerlendirilmekteydi ve bu ihlalden
dolayı gemiye veya kargoya el koyma cezası uygulanmaktaydı.
Yukarıda zikredilen düzenlemeler uluslararası hukuk
bağlamından bağlayıcı bir nitelik taşımasalar da, uygulamaya
bakıldığında örfi uluslararası hukukun ablukayı meşru bir savaş
yöntemi olarak kabul ettiğine dair bir çok örnek görmek
mümkündür. Örneğin, Birinci Dünya Savaşı’nda Alman limanları
Norveç ve İskoçya arasında sürekli dolaşan hücumbotlar ve
mayın tarlalarıyla denizden ablukaya alınmıştır. Diğer bir örnek
olarak İkinci Dünya Savaşı’nda müttefik güçleri Alman ve Japon
ekonomilerine zarar vermek amacıyla abluka yöntemine
başvurmaları gösterilebilir.
Son olarak, günümüzde savaş teknolojisinin hızlı gelişimi
neticesinde savaşta kullanılan modern araç ve yöntemlerin
varlığı, geçmişte rutin bir uygulama olarak sık sık başvurulan
deniz ablukasını neredeyse geçersiz kılmıştır. Ancak, 2006
yılında İsrail’in Lübnan’ın güneyini işgal ederek, Lübnan’a askeri
mühimmat girişini engellemek amacıyla Lübnan sahillerinin
abluka altında alması ve halen devam eden Gazze Ablukası,
askeri bir strateji olarak ablukaya halen başvurulduğunu
göstermektedir.
KAYNAKÇA
- Robert M. BROWNİNG, “The Union Blockade of the
Southern States”, Bağlantı Linki:
https://www.essentialcivilwarcurriculum.com/the-unionblockade-of-the-southern states.html - Marcus W. PRİCE, “Ships that Tested the Blockade of the
Gulf Ports: 1861- 1856,” The American Neptune, Vol. XI, No. 4.ss.262-290.
- Michael G. FRAUNCES, “The International Law of
Blockade: New Gui- ding Principles in Contemporary State
Practice”, The Yale Law Journal, Vol. 101, No.4 (Jan., 1992),
ss.893-918.