Türkiye – Arap dünyası ilişkileri üzerine söyleşi

Hazırlayan: Dr. Muhammed İkbal Bakırcı
Konuk: Ahmet Yüksel Şimşek
Türkiye’nin Arap halklarıyla tarihî, kültürel ve sosyal yakınlığı
gündemden düşmeyen ilişkiler ve bu ilişkilerin etkilediği geleceği
inşa eden adımlar son zamanlarda çok daha fazla takip edilir oldu
malumunuz.
Çok boyutlu dış politika izleyen Türkiye, Orta Doğu’da barış, istikrar
ve refahın egemen olması için yürütülen çabalara destek verirken
aldığı rol tüm dünyanın gündemine oturmakta, takdir toplamakta,
adım adım genişleyen etki alanı ile durumsal pozisyonlanması birçok
uzman tarafından olumlu karşılanmaktadır.
Türkiye Arap dünyası ile ilişki kurarken bu ilişkiyi kendi pragmatik
perspektifinden beslenen yalın bir siyasi proje olarak
görmemektedir. Bilakis karşılıklı çıkarların ön plana tutulduğu, ortak
bir hareket alanı, ortak bir düzlem olarak görmekte ve bu çerçevede
atılacak adımların desteklenmesi şeklinde bir vizyona sahiptir.
Arap ülkeleri ile Türkiye arasında her iki kesimin avantajlı olduğu,
sürdürülebilir, tutarlı ve ticari işbirliğin güçleneceği, iktisadi
menfaatlerin güven ortamını desteklediği bir temel üzerine bu
birliktelik oturtulmuştur.
Türk-Arap İşbirliği Forumu (TAF), Türkiye-KİK Yüksek Düzeyli
Stratejik Diyaloğu gibi çok taraflı platformlar her geçen gün daha
çok önem kazanmıştır. Ayrıca Irak, Suriye ve Lübnan’la Yüksek
Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyleri (YDSK) kurulmuştur. Türkiye
diğer bölge ülkeleriyle de benzer mekanizmaları oluşturmaya
çalışılmaktadır.
Hal böyleyken iyiye giden ilişkiler, kurumsallaşan işbirlikleri,
oluşturulan güven ve istikrar ekosistemi nasıl oldu da bir anda göç
karşıtlığı ile başlayıp Arap düşmanlığına doğru evrilmeye çalışılan
bir algı operasyonuna dönüşüyor, hayret verici, üzücü,
düşündürücü. Tüm bu konuları uzun yıllardır körfezde yaşayan bir
konuğumuzla konuşacağız.

MUHAMMED İKBAL BAKIRCI
Merhabalar Ahmet Bey, öncelikle vakit ayırıp bize konuk olduğunuz
için teşekkür ederim. Sizi okuyucularımızla tanıştırarak başlayalım
isterim. Ahmet Yüksel kimdir?
AHMET YÜKSEL ŞİMŞEK:
Bendeniz, Ahmet Yüksel Şimşek, Sivas’ta dünyaya gelmiş, ilkokulu
memleketinde okuyup çok küçük yaşlarda Kuran Kursu, IHL ve
Üniversite tahsili için uzun bir yolculuğa çıkıp bir daha memleketine
dönememiş olan ve bu anlamda hayatının çocukluk dönemi hariç
gurbette geçirip halen gurbette yaşayan, kalbi ülkesi için çarpan
biriyim. Ülkemizi nasıl daha iyi temsil edebiliriz, ülkemize yapılacak
yatırımlarda bizim de bir katkımız olur mu acaba diye yatırımcı
çekerek bir katkı sağlama anlamında uzun yıllardır çalışmalar yapan
bir kardeşinizim.
MUHAMMED İKBAL BAKIRCI:
Teşekkür ederim. Ahmet bey konuya orta yerinden dalalım
isterseniz. İlk olarak şunu sormak istiyorum. Dün, bugün ve yarın için
üç ayrı perspektiften Türkiye ve Arap dünyası ilişkilerini
değerlendirmek istesek, birkaç cümle ile nasıl değerlendirirsiniz?
AHMET YÜKSEL ŞİMŞEK:
Türkiye ve Arap dünyası ilişkilerini aslında birkaç cümle ile
değerlendirmek mümkün değil Muhammed bey. Zira Türklerle Arap
aleminin uzun yıllara hatta asırlara dayalı çok önemli birlikteliği
olmuştur. Aynı yolculukta kardeş olmuş, aynı duyguları paylaşmıştır.
Fakat tarihe bakacak olursanız tarihte ve bugüne bakacak olursanız
bugün de inişli çıkışlı birlikteliklere şahit olabiliriz.
Merhum Mehmet Akif Ersoy’un mısraları ile;
“Türk Arapsız yaşayamaz kim ki yaşar der delidir,
Türk ise Arabın hem sağ gözü hem sağ elidir”
Diye ifade ettiği gibi özellikle Türklerin İslamlaşmasından sonra
zaman zaman kavga gürültü de olsa, her kardeşin arasında
olabilecek anlaşmazlıklarla karşılaşmışızdır. Ayrıca bugün de
yapmaya çalıştıkları gibi üçüncü devletlerin kurguladığı iki milleti
birbirinden ayırma çabası hep olmuştur. Fakat bunca haine, bunca
komplo ve desiselere rağmen her zaman aklıselim ağır basmış,
“kardeşlik” anlayışı galip gelmiştir.

Muhammed bey bu soruya birkaç cümle ile cevap vermek oldukça
zor emin olun. Bu anlamda, sadece 100 yıllık Türkiye-Arap
coğrafyası olarak düşünecek olursak, şunu ifade etmek isterim; ilk
dönemde, bazı kesimlerin inandığı gibi, Arap aleminin toplu olarak
bir ihaneti söz konusu olmamıştır. Her yerde, her ülkede, her
toplumda olabileceği gibi hainler, satılık kalemler, ruhunu satmış
satılık tetikçiler her zaman olabilir.
O dönemde “İslam Birliği”ne karşı “Arap Birliği” mottosunu ortaya
atan bir takım hırs sahibi insanlar vardı. Aşırı kavmiyetçi, özgürlükçü
kimlikleri kaşıdılar. Asıl hedef İslam birliğin dağıtılmasıydı. Bu
birlikteliğin bozulmasını isteyen devletlerin yapmış olduğu bir takım
tekliflere aldanıp sürüklenen bu marjinal gruplar oldu. O dönem
böyle şeyler yapılmaya çalışıldı. Lakin bütün bu çabalara rağmen
toplu bir kitlesel hareket olmadığı gibi, toplu bir ihanette kesinlikle
söz konusu değildir. Hatta bu bölgelerde neşvünema bulmuş olan
“Arapçılık” fikrine karşı bölgesel karşı koyuşlar dahi olmuştur. Şunu
da eklemek isterim, İslam birliğine destek veren duruşlarından
dolayı bugün bile kendi devletlerinden destek, yatırım almayan, geri
bırakılan bölgeler vardır.
İki milleti (Arap-Türk), birbirinden ayrıştırmak isteyenlerin
uydurdukları fıkralar, ithamlar, kötü ifadeler, deyimler ve düşmanlığı
körükleyen yalan yanlış haberler nedeniyle uzun yıllar ilişkilerimiz
adeta buzdolabına kaldırılmış gibiydi. Daha kötüsü “düşman
kardeşler” olarak devam etmiştir bir dönem. Bu zaman zarfında ferdi
birtakım girişimler olduysa da kadük kaldı maalesef. Ve ilk defa belki

  1. Hükûmetin efsane Başbakanı merhum hocamız, Prof. Dr.
    Necmettin Erbakan’ın girişimleri ile devlet düzeyinde adımlar atıldı
    hatırlarsanız. Çok ciddi bir etkisi olmasa da halkların kardeşliği
    anlamında, belki bu kardeşliğin hatırlatılması anlamında bütün Arap
    ve İslam aleminde yankı buldu, toplumsal ruh dünyamızda
    “inkılaplara” sebep oldu, dip dalgalar oluşturdu.
    Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın da yirmi yıldan
    fazla bu anlamda ortaya koyduğu güçlü irade ile, mücadele, gayret
    ve tahammül ile ilmek ilmek dokunan kışkırtmalara rağmen
    uygulanan başarılı güzel bir politika var. Bu politika ile son seçim
    dönemine kadar gelindi. Gelindi gelmesine de, bu seçimin alınması
    ile taşlar tekrar yerine oturacak derken sanki birileri bir yerden
    düğmeye basmış gibi sosyal barış anafora uğradı, dalgalanmaya
    başladı. Hükûmetin göçmen sorunlarına çözüm arama çabası,
    toplumun refahı için yapmak istediği bazı faaliyetler birileri için
    fırsat olmuş gibiydi. Fitne fırsat kollar güzel kardeşim. Fitne ise
    hainliktir.

Hükûmetimizin kontrolsüz göçe karşı ortaya koyduğu tedbir hamlelerini,
göçmen politikalarından yola çıkarak seçilmiş, satın alınmış veya sorunlu
kişilerle sokak olayları çıkarıp sosyal medyada Arap alemi nazarında
hükûmeti zor durumda bırakmak için günceller ürettiler. Asıl yapmak
istedikleri 20 yıldır ilmek ilmek işlenen ve büyük fedakârlıklarla elde
edilmiş olan bu kazanımları bir çırpıda Allah korusun yok etmek.
Bu arada bu olaylar tek taraflı değil elbette. Türkiye’nin kendi içinde
hainleri olduğu gibi her ülkenin de kendine has hainleri olur malum.
Böyle olunca son donemde “ırkçı” saldırıları fırsat bilip sosyal medya
üzerinden toplumları ayağa kaldıran Arap aleminin Türk düşmanlığından
kazanım sağlayan fenomenleri de işi iyiden iyiye ayyuka çıkaran
“kaldıraç” oldu.
Bugünlerde Türkiye’de cereyan eden ırkçılık propagandası ve Arap
karşıtlığı, Müslüman düşmanlığı gibi zarar verici bu algı; başta Körfez
Ülkeleri olmak üzere, Orta Doğu ülkelerinin tamamını hatta İslam
Ülkelerini dahi olumsuz etkilemiştir. Bölgenin tamamı müteessir olmuş
durumda Muhammed bey. Türkiye’de bu durum yeterince anlaşılamamış,
hissedilmemiş, fark edilmemiş olabilir. Bunu anlıyorum. Fakat Arap
dünyasında durum sosyal medyanın da abartması ve yalan yanlış haber
üretmesi, işi köpürtmesi nedeniyle içinde bulunduğumuz ve daha da
fazla içine çekildiğimiz vaziyet endişe verici hal almaktadır. Aman dikkat
edelim. Maalesef bu böyle. Öyle ki sosyal medyadan alınan bilgileri esas
alıp, doğru kabul ederek prestijli ve büyük tirajlı gazeteler dahi ilk
sayfalarında, manşette, bu konuya yer ayırıyorlar. Doğru mu yalan mı,
haklı mı haksız mı, buna bakmadan büyük puntolarla sürmanşetten
veriyorlar haberi.
“Türkiye’den yatırımlar çekilsin”, “Türkiye’ye gitmek yerine Avrupa’ya
gidelim” “Türkiye’ye gitmek yasaklansın”, “Türkiye Araplar için güvenli bir
yer değil”, “Türkler Türkiye de Arapları dövüyorlar”, “Biz de Türkleri
ülkemize kabul etmeyelim” gibi sosyal medyada yaygara koparan,
gazete köşelerinde çığırtkanlık yapan ve diğer tüm platformlarda bu
konuyu dillendiren borazanlar var. Bununla baş etmesi zor güzel
kardeşim.
Bir şeyin altını çizmek isterim. Son dönemde Sayın Cumhurbaşkanımızın
özellikle Körfez Ülkelerine yapmış olduğu ziyaretler ve yapılan işbirliği
anlaşmaları ile ciddi bir mesafe kat ediliyor. Karşılıklı fayda sağlayan
yatırım antlaşmaları, geçmişten gelen puslu havanın dağılmasını sağlıyor.
Tarafların attığı bu adımlar ile güçlü, kalıcı bir iş birliğine kapı
aralanmışken, son kertede olan bu tatsız hadiseler ve bilinçli yaygaralar
hem düşündürücü hem çok üzücü maalesef.

Bu durumu siyaset uzmanlarının ifadeleriyle özetlemek gerekirse;
“Türkiye, bölgedeki kazanımlarını bir bir elden çıkarıyor”, “Türkiye
bölgede kan kaybediyor” şeklinde kaygı verici değerlendirmelerle
karşı karşıyayız. Biz bunun olmasını istemiyoruz elbette.
İlişkilerimizin daha iyiye gitmesi için elimizden geleni fert fert
yapacağımızdan da kuşkum yok. Ancak dikkatli olunması gereken bir
sırattan geçiyoruz. Bir çuval inciri üç beş çakala kurban etmeyelim.
MUHAMMED İKBAL BAKIRCI:
Teşekkür ederim. Bu konuda hassasiyetlerimiz bir. Peki yarınlarımızı
düşündüğümüzde, sizce Arap dünyasının nasıl bir rolü var?
AHMET YÜKSEL ŞİMŞEK:
Arap dünyasının rolü sadece bugün değil bölgede hiç bir zaman
azalmamıştır. Bu bazen irade gösterip bölgenin fitnesi “Beni Nadir,
Kaynuka Yahudileri ”ne gereken dersi vermek gibi gerçekleşmiştir,
bazen de güç kaybedip, zayıf düşüp daha baskın yapıların etkisi
altına girerek gerçekleşmiştir.
Güçlü, sömürme alışkanlığı olan malum devletler birçok mazlum
coğrafyada yaptıkları gibi Arap alemini de bir “aparat” olarak
kullanmıştır. Sadece yer altı ve yer üstü varlıklarını sömürmekle
kalmamış Müslümanların İslam anlayışını da tahrip ederek birlik ve
beraberliğini engellemeye çalışmıştır. Yarın da bunun için
uğraşacaktır hiç şüphesiz. Şaşırmamak lazım. Dün olduğu gibi
bugün de yarın da İslamiyet’in; bölgeye, İslam alemine, dünyaya
söyleyecek sözü olur. Dolayısıyla, Arap aleminin bu anlamda rolü
büyüktür. Bu sebeple İslam alemi genel olarak safları sıklaştırmak
durumundadır. Araya şeytan girmesin.
Çok zamandır kendimce, bazen sesli olarak dillendirdiğim bir konu
var. Malumunuz “Avrupa Birliği Bakanlığı” var. Gayet güzel. Peki
neden Arap dünyası ile ilişkilerimizi yakın takip etmesi için, başka
isim de olabilir, “Orta Doğu Bakanlığı” yok. Neden olmasın diye
düşünmüşümdür hep. Hatta bana kalırsa Orta Doğu Bakanlığı,
Avrupa Birliği Bakanlığından çok daha önemli, çok daha stratejik ve
çok daha verimli bile olabilir.
MUHAMMED İKBAL BAKIRCI:
Farklı bir bakış açısı sundunuz teşekkür ederim. Arap dünyasının
uluslararası rolünden söz ettik. Peki şunu da merak ediyorum. Arap
dünyasının uluslararası rolünde Türkiye’nin katkısı ne olabilir, nedir?

AHMET YÜKSEL ŞİMŞEK:
Bunun için Türkiye’ye çok büyük bir görev düşüyor. Belki de en
büyük “rol” Türkiye’nin olacak. O sebeple “İslam alemi safları
sıklaştırmak durumunda” ifadesini kullandım. Saflar kendiliğinden
sıklaşmaz güzel kardeşim. Bu karamsarlık tablosu içinde, bu
ezilmişlik yapısı ile, kazanımların ve varlıkların hoyratça harcandığı
günümüzde, “Ey Müslümanlar safları sıklaştırın” diyecek bir iradeye
ihtiyaç var. O irade Türkiye’dir. Bu da tarihin Türkiye’ye yüklemiş
olduğu ağır bir sorumluluktur. Zor bir yük olduğunu düşünüyor.
İslam aleminin bu anlamda çok büyük beklentilerinin olduğunu her
lahza görüyor, hissediyor ve müşahede ediyorum. Bir gün Türkiye,
bu tarihi yükünden kaçamaz hale gelecektir. Hatta o gün gelmiştir
diye düşünüyorum. İşte en büyük rol, en ağır yük bu olsa gerek.
Bütün mazlumlar ellerini Rabbine açtığında mutlaka bu beklentilerini
dile döküyor, bu şekilde dua ediyorlar emin olun. Semadan inen
nasıl bir ağırlıktır bu omuzlarda tahayyül edebiliyor musun?
MUHAMMED İKBAL BAKIRCI:
Rabbim yardımcımız olsun. Sizce Türkiye ve Arap dünyası arasındaki
diyalogun güzel olması dünyada nasıl bir yankı oluşturuyor?
AHMET YÜKSEL:
Dünya derken dünyayı yönetenleri kastederek söylüyorum,
“Dünya’nın en korkulu rüyası, Türkiye-Arap dünyası birlikteliği,
Arap-Türk işbirliği, Arap-Türk Ortak girişimi, Arap-Türk kardeşliğidir.
Bunlar o dünya için çok korkunç terimlerdir emin ol. “Küreselciler” o
sebeple bu terimleri hiç duymak istemez. Onlar için bir kabus
diyebiliriz. Ancak buna karşın bu ilişkilerin güzel olması, ittihad-i
İslam anlamında yapılan çalışmalar olarak İslam aleminde, mazlum
halklar nezdinde, baskı altında, ezilen, horlanan, kimlikleri elinden
alınmak istenen, sömürgeci devletler tarafından yeraltı ve yerüstü
kaynakları hortumlanan halkların en büyük özlemi ve sevinç
kaynağıdır. Dünyada bu, budur.
MUHAMMED İKBAL BAKIRCI:
Son zamanlarda Türkiye’de göç ve göçmen karşıtlığı propagandası
yapılıyor ve adeta bir Arap karşıtlığı varmış algısı da üretilmek
isteniyor. Bu algıyı birileri sanki bilinçli bir şekilde üretiyor gibi
görünüyor. Göç ile oluşan rahatsızlıklar, sorunlar, Arap karşıtlığını
güçlendirecek bir şekilde kullanılmak isteniyor. Bu kanaatte olan
uzmanlar var. Yaşananlar, sosyal medyadaki bu algı çalışmaları Arap
dünyasında nasıl yankı buldu? Açılmak istenen bu yara neyi
amaçlıyor? Siz ne önerirsiniz?

AHMET YÜKSEL:
Evet maalesef aynen sorunuzda ifade ettiğiniz gibi bir tablo var.
Maalesef çok net bu tabloyu görebiliyoruz. Bu konuda uzman
olmaya da gerek yok. Konu birtakım mahfillerde hazırlanıyor,
ısıtılıyor, pişiriliyor, piyasaya sürülüyor, işleniyor ve gündem
yapılıyor. Bu ifsat kültürü maalesef asırlardır kullanıla gelen bir
yöntem olmuştur. Birlikleri dağıtan, varlıkları yok eden, algıları ters
çeviren hastalıklı bir anlayış bu. İnsanoğlunun kendi kavmini,
kabilesini, milletini, milliyetini seçme şansı yoktur. Bunu aklıselim her
insanın bilmesine rağmen böyle tuzaklara niye düşeriz aklım almıyor.
Birileri bilinçli bir şekilde toplumları manipüle ediyor. Bunu da
biliyoruz.
Muhammed bey, Allah cc Kur’an’da, Hucurat Suresi 10. Ayetinde
şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler! Bir topluluk bir başka toplulukla alay etmesin;
belki de o alaya aldıkları kendilerinden daha hayırlıdır. Kadınlar da
başka kadınlarla alay etmesinler; belki o alaya aldıkları kendilerinden
daha hayırlıdır. Birbirinizi ayıplamayın; birbirinizi incitici, aşağılayıcı
kötü lakaplarla çağırmayın.”
Yine Hucurat Suresi 13. Ayetinde:
“Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık. Soyunuz
sopunuzla birbirinize karşı övünesiniz diye değil, birbirinizi tanıyıp
kaynaşasınız diye sizi milletlere ve kabilelere ayırdık.” Şeklinde
buyuruyor. Dikkat et ‘’birbirinize karşı övünesiniz diye değil’’ diyor
altını çizerek.
Allah resulü (SAV) ise bu konuya defaatle dikkat çekiyor. İnsanların
yaratılış icabı eşit olduğunu belirtiyor. Irkçılık malum olduğu
veçhiyle, tarihten günümüze dünyanın en büyük problemlerinden
birisi olmuştur. Bu yüzden Allah resulü Hz. Muhammed Mustafa
(SAV), bütün ırkların eşit olduğunu, hiçbir ferdin bir diğerinden
üstün olmadığını, üstünlüğün sadece takva ile olabileceğini Veda
Hutbesinde şu şekilde belirtiyor:
“Ey insanlar! Biliniz ki Rabbiniz birdir, atanız da birdir. Bütün insanlar
Âdem’den gelmiş, Âdem de topraktan yaratılmıştır. Arap’ın Arap
olmayana, Arap olmayanın Arap’a, beyazın siyaha, siyahın da beyaza
hiçbir üstünlüğü yoktur. Allah katında üstünlük ancak takvâ iledir.”

İbni Haldun ise bir ifadesinde; “Coğrafya kaderdir” diyor.
Hal böyle iken bu insanlar neyin kavgasını veriyor be güzel
kardeşim, anlamak mümkün değil.
Bu durumda anlaşılıyor ki; manipülatif gayretlerin sebebi ve
beklentisi, açılmak istenen yara, birlik ve birlikteliklerin dağılmasıdır.
Kin ve nefret söylemleri ile insanların bir birine düşman kılınması,
toplumları zayıflatarak en zayıf noktalarından vurmak
amaçlanmaktadır. Yutması kolay hazır lokma haline getirmek
istenmektedir. Bütün dert tasa tahakkümü kolaylaştırmak amaçlı
olduğu besbelli aslında.
Bunun en bariz seklini bugünlerde maalesef Bölge’de yaşıyoruz.
“Körfez ülkelerinde gerek yerli halk gerekse bizler gibi başka
ülkelerden gelip yaşayan Müslüman kardeşlerimiz bile ülkemizde
olan ferdi ve mevzii olayları, sosyal medyadaki bilinçli algı yönetimi
sebebiyle yüzde yüz gerçek olarak kabul etmektedir. Türk
diasporasına karşı alenen tavır almaya başladılar. Her
bulunduğumuz toplumda gündem bu konuyla başlıyor ve bazen çok
ileri giderek kırıcı da oluyorlar maalesef.
Hatta zaman zaman başka ülkelerde cereyan eden olaylardan
resimler ve videolar da kullanılarak sanki Türkiye’de olmuş gibi konu
dönüp dolaşıp Türkiye Ekonomisine karşı bir eyleme dönüşüyor
adeta. Ve bu olaylardan üretilen hikayeler, sadece sosyal medyada
değil, prestijli bölgesel Gazetelerde, köşe yazarlarının makalelerinde
ve Televizyon kanallarında da günlerce işleniyor.
Devletimizin bu olaylara duyarsız kalmasını istemem. Takınılan tavır
sebebiyle yıllardır ilmek ilmek örülerek elde edilen kazanımlar Allah
korusun bir çırpıda elden kayabilir. Böyle bir ızdırabım var. Zira yurt
dışından bakıldığında bu durum, 20 yıllık kazanımlar bir bir hoyratça
harcanıyormuş seklinde gözüküyor.
Eğer Devletimiz bu olaylar karşısında gerekli tedbirleri almaz, küçük
bir çapulcu grubuna dur demezse, işin bu anlamdaki vahameti bir
yana, ayrıca kısmen yaşanan ve bundan sonra da yaşanabilecek
birtakım haksız mağduriyetlere de fırsat vererek bu mağduriyetlerin
yolunu açabilir. Allah korusun.

Her gün olayların bir yenisini duyuyoruz. Mahcubiyet yaşıyoruz. İzah
etmeye çalışıyoruz lakin bazen izah edecek bir şey bulamıyoruz.
Manzara şu; bir avuç faşist azınlığın bu ülkenin değerlerini, birikimini
esir almaya çalıştığı görülüyor.
Polis, rastgele bir Arap vatandaşı, sadece dil probleminden dolayı
konuşup anlaşamadığı için, yani sorularına doğru cevap alamadığı
için “ben anlamaz merkez anlar” anlayışıyla apar topar toplama
merkezlerine götürüyor. Kardeşlik hukukuna, iyi niyet fikrine tamiri
zor yaralar açabiliyor bu haller.
Türkiye’ye gönül vermiş, çok zor şartlarda dahi Türkiye’nin
savunucusu olmuş, işinden atılma pahasına “Türkiye” demiş, “Recep
Tayyip Erdoğan” demiş birisinin iyi niyeti ve tavrı hiç fayda vermemiş
ki kötü muamele görüyor. Muhtemelen Suriyeli kaçaklardandır
zannıyla çok kaba ve hakaretlerle pasaportunu otelden almasına ve
oteldeki ailesine dahi haber vermesine müsaade edilmeden apar
topar toplama merkezine götürülüyor. Oysa bir haftalığına yılların
birikmiş hasretini gidermek için Türkiye’ye ziyarete giden, Ayasofya
ile buluşmak orada secde etmek, orada ümmet için dua etmek
isteyen, Sultanahmet’i görmek, Topkapı Sarayına gitmek, Mukaddes
emanetlere selam vermek için yıllardır Türkiye’yle platonik aşk
yaşayan birinin, “Mescidi Aksa ziyaretimde İsrail polisi dahi bana
böyle davranmadı” demesi gerçekten çok acıdır. Nasıl olur bu.
Hepimizi inciten bir durumdur diye düşünüyorum.
Arap aleminde her kademeden birçok arkadaşımız, akademisyen, iş
adamı, öğrenci vs. arayıp Türkiye’ye gitmek istediklerini ama
gidişatın korkuttuğunu, gidip gitmeme konusunda tereddütte
olduklarını ve tavsiye beklediğini söylüyor. Fakat bendeniz doğrusu,
o arkadaşların Türkiye ziyaretlerinden alacakları kötü enerji ile
duygu ve düşüncelerinin değişebileceğinden korktuğum için
gitmelerini çok arzu etmeme rağmen, inanın büyük bir cesaretle
“gidebilirsin kardeşim. Bu olaylar ferdi ve mevzii olaylardır”
diyemiyorum. Allah yöneticilerimize kolaylık versin. Oyunları görme
ve hal çaresi bulma imkânı ve izanı versin. Zira tedbir alınmazsa
durum çok vahim. Allah yardım etsin.

Sosyal medya yasasının acilen hayata geçirilmesi bir zaruret haline
gelmiştir. Sosyal medyayı kendi kötü niyetleri doğrultusunda
kullananlar bir yana son dönemin virali ırkçı, faşist, azgın azınlığın
çığırtkanlığı viral ruhları cesaretlendiriyor. Ve cesaretlendirecek gibi
de gözüküyor. Hala yalan haber yapmaktan korkmuyorlar. Bu
sebeple ferdi de olsa yankısı yurt dışında çok ses getiren hadiselere
şahit oluyoruz.
On yıl önce takındığı tavırla, kınayıcının kınamasından korkmadan
yasal zemini acilen devletimizin oluşturması gerek. Aksi takdirde
kendisini, gündemde kalmak zorunda hisseden özellikle ümitsiz vaka
ve avenesi bu işi dahada ileriye taşıyacaktır.
Son sözü yine Merhum Mehmet Akif Ersoy’a bırakalım istiyorum:
“Artık ey millet-i merhume, sabah oldu uyan!
Sana az geldi ezanlar diye ötsün mü bu çan?
Ne Araplık ne Türklük kalacak, aç gözünü!
Dinle peygamber-i zişan’ın ilahi sözünü
Türk, Arapsız yaşayamaz. Kim ki “yaşar” der, delidir!
Arabın, Türk ise hem sağ gözü hem sağ elidir
Veriniz baş başa… zira sonu hüsran-ı mubin
Ne hükümet kalıyor ortada billahi ne din!”
MUHAMMED İKBAL BAKIRCI
Bu değerli bilgileri ve gözlemlerinizi paylaştığınız için bir kez daha
teşekkür ederim. Umarım okuyucularımız için faydalı bir söyleşi
olmuştur.
AHMET YÜKSEL ŞİMŞEK:
Ben teşekkür ediyorum, Allah razı olsun, faydalı olmasını Cenabi
Hak’tan temenni ediyor, birliğimizin, beraberliğimizin daim olmasını
diliyorum. Bütün okuyucularımızı Allah’ın selamıyla selamlıyorum.

Yazıyı paylaş

Önerilen Haberler

Beğenebileceğiniz Yazılar
Önerilenler

DİPLOMATİK SÖZLÜKGayri Resmi Diplomasi (İnformal Diplomacy)

Arlinda ISMANIUluslararası ilişkiler alanında toplumlararası diplomasi niteliğinde Track Two...

El-Hidaye HareketininBalkanlardaki Müslüman Entelektüel Yapılanmadaki Etkileri

El- Hidaye Dergisi ve KadrosuAbdulhamit Bolat / M. Huzeyfe...

Rusya-Ukrayna Savaşı’nda son durum

Dünya gözlerini Gazze'ye ve İsrail’e çevirmiş durumda. Ancak 622...

Belçika Başbakanı Alexander De Croo’dan İsrail’e saldırıları durdurma çağrısı geldi

Belçika’da hükümet, İsrail’in Filistin’e karşı orantısız güç kullandığını ve...