25 Ocak 2024 Cihannumma Editör Ekibi

Turgut Cansever Düşüncesinde Şehrin İlkelerine Dair

Dr. Emin Selçuk TAŞAR

Her çocuğun içine doğduğu dünyanın güzel olmasını sağlamak, yani çocuklara karşı âdil olmanın ilk şartını yerine getirmek yetişkinlerin üzerine düşen bir vecibedir.

Turgut Cansever, şehir ve mimarlık meselelerinde temel referanslarını bu toprakların kadim rabıtalarından almış ülkemizin yetiştirdiği nadir bir düşünce adamı ve mimarlarından biridir. Çok erken yaşlarda Elmalılı M. Hamdi Yazır, Asaf Halet Çelebi, Ahmet Hamdi Tanpınar, Halide Edip Adıvar, Mehmet Şevket İpşiroğlu, Sedad Hakkı Eldem, Halil Dikmen gibi isimlerin bazılarından dersler almış, bazıları ile de çeşitli vesilelerle doğrudan tanışıklık kurmuştur. Söz konusu tanışıklıkların Cansever’in düşünce dünyasında şüphesiz olumlu katkılara yol açtığı söylenebilir.

Turgut Cansever için, mimarın sanatını icra ederken yaptığı tercihler, mimarın dünya görüşünden çok da ayrı değildir. Dünya görüşüyle sıkı sıkıya bağlı sanat ve mimari anlayışı, yine kendisinin de söylediği üzere, bir tercihte bulunmasını gerektirdi. İslam dünyasının siyasi bunalımlarına dikkat çeken Cansever, bu bunalımın yanı sıra bir şekilde kültürel bir tahribata uğradığını ifade eder. Cansever’e göre böylesi bir tahribatın sonucunda bazı İslam ülkelerinin kendi tarih ve kültürlerine karşı düşmanca tavırlar aldığı görülmektedir. Bunun şehir ve mimariye temas eden sonucu olarak, şehir ve mimarimizin “ecnebi” formların taklidi olmaktan öteye geçemediğine işaret eder. Cansever sanat ve mimarisindeki mihenk noktasını kendi ifadeleriyle şöyle kuruyor:

İslâm’ın tarihî sürekliliğini tahrip etmeye yönelik sözde “yeni” yönelimler, İslâm toplumundan ve kültüründen yabancılaşan yabancı (ecnebi) formların zavallı taklitleri olmaktan öteye gidemediler. Böylece, yoğun bir müslüman nüfus, İslâm’ın temel anlayışından ve hayat tarzından mahrum bir çevrede hayatını idare ettirmeye zorlandı. Bu çevrede, İslâm’ın yücelik, saygı, tevazu, güzellik ve birlik gibi esasları ihmal edilmişti ve bayağı, duyarsız, pasif bir mimarî yönelime yerini bırakmıştı.

Halihazırda en önemli vazifemiz, varlığın güzelliklerinin bilincinde olma ve bunları yaşama zevkinin mümkün olduğunu şehir sâkinlerine sunarak İslâmî bir ortamı ihya etmektir. (CANSEVER, 1995a)

Bu noktada Cansever, Hristiyan dünya görüşünün sunduğu “insanın günahkar olduğu” düşüncesinin aksine, İslami bir dünya görüşünün vazettiği “ekmel-i mahlukat olan insan” düşüncesinin biçimler dünyasını tercih ettiğini ifade eder. Ona göre, insanın günahkar olduğu inancı, insana ve belki de Allah’a karşı yapılmış bir haksızlıktır. Cansever, “insanın dünyadaki esas vazifesi dünyayı güzelleştirmektir” hadis-i şerifiyle, düşüncesinin temelini ortaya koymaktadır. Cansever için insanın yaratılış gayesi, söz konusu hadis-i şeriften mülhem, “dünyayı güzelleştirmek” olduğu görüşü, mimari yaklaşımının temel mottosu haline gelmiştir.

Yapıların ömrünün herhangi bir insanın ömründen daha uzun olabilme durumu, gelecek nesillerin güzeli yaşama haklarının korunması kaygısını beraberinde getirmektedir

Cansever “dünyayı güzelleştirmek” hususunda en doğru kararların Osmanlı şehrinde verildiğini düşünmektedir. Çünkü onun için Osmanlı toplumu bir İslam toplumudur. Buradan hareketle, yaşadıkları çevrenin güzel çevreler olarak şekillenmesini sağlamak, İslam inancının zaruri bir sonucuydu. Diğer taraftan, yapıların ömrünün herhangi bir insanın ömründen daha uzun olabilme durumu, gelecek nesillerin güzeli yaşama haklarının korunması kaygısını beraberinde getirmektedir. Müslümanlar, memnu meyvayı yedikten sonra Allah tarafından affedilmiş olma inancı ile her nesle bu güzel dünyayı sürekli olarak yaşama imkanını sağlamayı aslî ve en önemli vazife olarak kabul etmişlerdi. Böylece nihai amaç güzel bir dünya olunca bu şehirleri meydana getirenler cennetin parçalarını oluşturmaya çalıştılar. Yani şehirleri inşa edenlerin düşüncelerini güzel bir dünya inşa etmek ideolojisi, gayesi, görev ve sorumluluğu teşkil ediyordu. Güzelliğin nasıl oluşturulacağı konusu ise şehir oluşmasının müteakip adımlarını belirledi. Bu, Allah’ın emrine kayıtsız şartsız bir teslimiyetle gerçekleştirilebilecek bir sonuçtur (CANSEVER, 1994).

Cansever mimarisinin temel yaklaşım biçimi, az unsurla, tevazu içerisinde, birbirlerine saygıyla bakmalarına imkan veren ve kendi içerisindeki güzellikten yararlanan bir mimariyi vücuda getirmektir. Gösterişten ziyade sadelik en önemli tercihtir. Sadeliğin ise önemsizlik anlamına gelmediği, başka bir önemli tavrı, sadelikle vakarın birleşmesi suretiyle hem tevazu hem de yüceliğin ortaya çıkarılabileceğini düşünmektedir. Nitekim Furkan Suresi 63. ayette “Rahmân’ın kulları, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürüyen kimselerdir. Cahiller onlara laf attıkları zaman, ‘selâm’ der (geçer)ler” denir. Mü’min’nin duruşunun ortaya konduğu ayet, Cansever’de mimari karşılığını bulur ve bir mü’min duruşunu mimari esere yansıtır. Bu da Cansever’in düşünce dünyasının özümsediği bilginin tutarlılığına temas eder.

Her evin komşu evle doğru bir ilişki kurması, ancak her evin mimarisinin iddiasız belirli bir sadelik içerisinde olması gerektiği düşüncesiyle mümkündür

Cansever “İnsanın Allah’ın vasıflarında iyi olarak yaratıldığı İslami ilkede, mesajın insanı güden bir unsur değil, insanı gerçekle temasa geçiren, dolayısıyla insanın kendisinin kendi doğru yolunu bulmasına imkan veren bir niteliğe sahip olması esastır. Mimaride de insanı yönlendiren etkili mimari biçimler yerine, tarafsız, doğru, vakur, az sesli fakat söylediği şeylerin güzel olduğu, dünyayı tezyin edecek nesneler olması gerekmektedir” şeklinde genel yaklaşımını ortaya koymaktadır. Böylelikle sıraladığı gereklilikler zinciri onun mimari ilkelerini göstermektedir.

Cansever’in mimaride önemli gördüğü bir başka nokta ise, ferdiyetin yüceliği olarak kavramsallaştırdığı ve bu kavramın mimari üzerindeki etkisidir. Söz konusu kavramsallaştırma, Cansever tarafından şehirdeki her evin tekrar şekillenebilmesi olarak esnek bir mimariye de karşılık gelmektedir. Her evin komşu evle doğru bir ilişki kurmasının, ancak her evin mimarisinin iddiasız belirli bir sadelik içerisinde olması gerektiği düşüncesiyle ortaya çıkabileceğine inanır. Bu noktada da söz konusu sadeliğin, yukarıda anlatılmak istendiği gibi, vakar duygusu yaşatması gerektiğini dile getirir. Bu esaslardan hareket eden, ferdi unsurlardan oluşan şehirde veya birbirinin eşi olan pencerelerin tekrarından oluşan bir evin cephesinde, eşdeğer şekilde duran nesnelerin tekrarı ile oluşan istisnai bir düzenin gerçekleştirilmesi onun için mimarideki en uygun tavır olarak görünmektedir. Söz konusu üslubu Cansever tezyinilik şeklinde dile getirmiştir. İster ölçek herhangi bir şehri içine alabilecek şekilde büyüsün isterse de bir pencere düzenini içine alabilecek şekilde de küçülsün, Cansever’in yaklaşımının ilkeselliği her ikisine de eşit ve adaletli bir şekilde yaklaşmayı vazeder.

Mimari, azla yetinmenin yüceliğinden, küçüğün güzel olduğunun idrakinden yararlanmak şeklinde doğru bir zemine kavuşabilir. Bu durum kendisini ancak rıza ile gerçekleştirebilir. Ölçeğin büyüklük ve küçüklüğüne bakılmaksızın tasarıma tabi olacak nesnenin ilişkiler sisteminin düzeni, nesneyi tekil olmaktan çıkarıp neredeyse holistik bir bütünlüğe sevk eder. İslam düşüncesinin cennet tasavvuru söz konusu ilişki sistemini şiirsel bir düzene çevirmektedir. İlişkiler sisteminin şiirselliği ve bu şiirsellikle beraber mimaride var olan küçüğün güzelliğine razı olma, rıza göstermek, hakikatin yüceliğinin, takvanın, yanlış yapmamak yoluyla elde edilebilecek bir doğrular güzelliğinin, ihlasın, zühdün önemi mimarisinde istediği en belirgin özelliklerdir. Küçüğün, küçük düşmek anlamına gelmediği yüceliğe ulaştırabilecek bir unsur olduğunu da kendisi defalarca vurgulamıştır. Yeniyi ve farklıyı bulmak gibi gereksiz iddiacılıktan uzak bir mimari ile muhatabını karşı karşıya bırakmaktadır.

Mimari, azla yetinmenin yüceliğinden, küçüğün güzel olduğunun idrakinden yararlanmak şeklinde doğru bir zemine kavuşabilir.

   Mimarideki iç dış bağlantısı, insanın dünyayı her yönüyle görme hakkının korunmasıyla sağlanmalıdır. Güzelin tek bir veçheden değil ‘hareket’le bütün veçhelerden görülme imkanının ortaya konması gerekmektedir. Cansever düşüncesinde güzellik kavramı, külliyatı içerisinde hiç azımsanmayacak bir yere sahiptir. Bu konuda Mehmet Öğün bir röportajında Cansever’in güzellik anlayışı hakkında özet ve en yalın şekliyle şunları dile getirmektedir:

Güzellik anlayışı deyince de Turgut Bey’in Vitriviusvari, şöyle şöyle olursa güzel sayılır, altın oran vs. gibi tanımlamaları yok. Turgut Bey’in tarif etmeye çalıştığı, giderek de daha net bir şekilde dillendirdiği bir İslami güzellik kavrayışı var. Onu da en basite indirgeyecek olursak “Mimaride bir şeyin güzel olduğunu bize huzur, neşe ve ümitlilik vermesinden anlıyoruz.” diye tarif ediyor Turgut Bey. “Vermeli” diyor daha doğrusu. Bunun altbaşlıklarını açıyordu, polikromi diyordu mesela. Çok renklilik. Diyelim ki Zen yaklaşımı mekanları bembeyaz tahayyül ediyor, ancak beyazlık bir yerden sonra işkenceye dönüşen bir yokluk ortamının aracısı, monotonluğun dayatıcısı olmaya başlıyor. Hâlbuki Turgut Bey her zaman için ümitli olmamızı sağlayacak küçük ölçülü ve tabii sanatkârane, zanaatkârane üretimle toplumun bütün katmanlarını olabildiğince içine almak suretiyle bir ortak güzellik ortamını vücuda getirmeyi teklif ediyordu. (ÖĞÜN, 2019)

Cansever’in mimarisini oluşturan yukarıdaki temel referanslar dizisi, mimarinin pratik alanında, katılım, sürdürülebilirlik ve adalet/eşitlik şeklinde üç temel başlıkta toplanmaktadır. Bir şehrin ya da mahallenin oluşabilmesi için bu üç pratik, Cansever için zorunlu bir durum olarak addedilmektedir. Bu üç başlık Turgut Cansever’in eserlerinden aşağıdaki şekliyle özetlenmektedir:

A ) KATILIM

Katılımcılık, komşuluk ilişkisini düzenleyen, binalar arası mesafenin toplumsal yakınlaşmayı sağlayan başat bir öğedir. Çünkü insan, evinin yerini, komşularla ilişkisini, evinin yönelişini, büyüklüğünü, renklerini belirleyerek, insanı yüce yaratık düzeyine yükselten “dünyayı güzelleştirme” sorumluluğunu yerine getirecek imkanlara sahip olmalıdır. Bu da her insan için aslî bir hak olup ancak kendi ferdî âlemini düzenlerken kullanabileceği bir hak ve gerçekleştireceği bir görevdir. Çevresinin oluşumu, şekillenmesi, güzelleşmesi sorumluluğunu yüklenerek, yücelme hakkı bulan bütün insanların yaratılıştan onlara verilmiş aslî haklarıdır. Katılım başlığında Cansever özetle maddeler halinde şunlara dikkat çekmektedir:

  • Her ev sahibinin, evinin ve evinin çevresi ile birlikte oluşumuna katılması sağlanmalıdır.
  • Arsa-şehir üretiminde mahallenin, özellikle mahallelerin vücuda getirilmesi sırasında, mahallenin oluşumuna ve daha sonra mahallenin yönetimine katılması sağlanmalıdır.
  • Mahalleli, bugün gecekondu mahallelerinde cereyan ettiği gibi cami, mektep vs. sosyal donanım tesislerinin gerçekleşmesine katılmalıdır.
  • Mahalle, komşuluk ve çevre bilinci oluşturmak üzere 10-50 evlik ufkî kat mülkiyeti düzenine dayalı ve parsellere şahsiyet ve yerleşme elastikiyeti sağlayan bir vaziyet planı tasarım düzeni geliştirilmelidir.

Cansever’in mimarisini oluşturan temel referanslar dizisi, mimarinin pratik alanında, katılım, sürdürülebilirlik ve adalet/ eşitlik şeklinde üç başlıkta toplanmaktadır

B) SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK

Mimarinin tabiatla ilişkisi, mimarinin kendisine ait bir güzellikle birlikte çevresini yüceltecek bir niteliğe sahip olması gerekmektedir. Sürdürülebilir bir gelişme biçimini tesis etmek, kişilerin katılımını sağlamak, bireylerin karar yetkisinin kötüye kullanılmasını önlemek, gelecek nesillerin haklarını korumak, mimarinin (insan çevresinin) yüksek kültür düzeyinde oluşmasını sağlamaktır. Evrensel geçerliliğin temel unsurları ise teknolojik ve ekonomik olmaktan çok; varlığın yapısını yaradılışın icaplarını bilerek anlayarak ortaya konulacak, varlığın evrensel yapısal özellikleridir. Cansever için sürdürülebilir bir gelişme dünyayı kirletmeyen bir gelişmedir. Cansever’in öngördüğü kirlilikler ve çözümleri şu şekilde özetlenebilir:

  • Kirliliklerin, tabiat tarafından temizlenemeyen en önemli türü kültürel kirliliklerdir. Birçok kültür ve san’at ürünleri, onlara, insanın istediği zaman ulaşacağı, istediği zaman uzağında duracağı bir yapıya sahiptir. Yalnızca mimari insanın her zaman ilişki içinde bulunduğu, bulunmaya mecbur olduğu bir kültür ürünüdür… Tarihî oluşumun birikimleri halk içinde devam eder. Bu sebeple halka ulaşabilecek ve devam edebilecek bir “güzel”in bilgisi, halkın içinde var olan birikim ile bütünleşebilen bir çözümlemedir. 
  • Tarihî muhtevanın yeniden hayata geçirilmesi, toplumda ancak çok sınırlı bir insan grubunun sahip olabileceği bir bilgi, duyarlılık ve yetenek bütünlüğü ile gerçekleşebilir. İnsanların bir “güzel”den yararlanma hakkına tecavüz, dolaylı olarak, bütün tarih boyunca takbîh edilmiştir. Sanat eserlerinin korunması için insanların ortak tavrı, bu eserlerin bütün insanlara ait değerleri temsil etmelerindendir. Bu sebeplerle her nesil kendi döneminde üretebileceği en iyi mimarîyi, en yaygın bir şekilde geliştirmek ile mükelleftir.
  • Teknolojiye ait standartlar, teknik alana ait çözümün kalitesini teminat altına alır. Teknik standartların belirlenmesi mimarîyi şekillendirir. Dolayısıyla öncelikle mahallî mimari standartlarının geliştirilmesi ve teknik standartların da buna göre şekillenmesi icab eder…
  • Toplumların mahallî deneyleri ve evrensel kültürel dinî yönelişleriyle vücuda getirdikleri konut stoklarından arta kalan örnekler, bu toplumların ev mimarisi ve teknolojisine çözüm getirecek çalışmalar için, özellikle bugünün çok değerli bilgi hazinelerini oluşturur. Toplumlar, bu birikiminden yararlanabilmek için üzerinde varoldukları coğrafyanın farklı yörelerinde oluşmuş bulunan bir mimarîden hareket ederek mahallî konut, teknik ve mimarî standartlarını geliştirecek çalışmalar yapılmalıdır.

Şehirde oluşan artı değerin, bu değeri vücuda getiren altyapı ve sosyal donanım yatırımlarında kullanılması sağlanmalıdır.

C) ADALET/EŞİTLİK

Serveti, çeşitli yollarla (savaş, geliştirme ve bilgi yeteneği) kendi coğrafyalarına taşımış bulunan, bu arada, servetin kaynağı olan ülkelerin hem bu kaynaklarını tüketerek; hem de bu ülkelerde insanların kurdukları sistemleri yıkarak mahallî çözüm yollarını da tıkamış bulunan zengin ülkelerin ve o ülkelerin insanlarının hayatını şekillendiren tüketimi kısmak suretiyle oluşturulacak kaynakların şu ya da bu ölçüde fakir, aç ve barınaksız bırakılmış ülkelere aktarmaları, bu ülkelerin kendi tarihi tecrübeleri içinde mevcut mahallî çözümlerini yeniden hayata geçirmelerine yardımcı olmaları ahlâkın ve adaletin ilk şartı olacaktır. İster fakir olsun, ister zengin, her çocuğun içine doğduğu dünyanın güzel olmasını sağlamak, yani çocuklara karşı âdil olmanın ilk şartını yerine getirmek yetişkinlerin üzerine düşen bir vecibedir. Cansever bu durumun şöyle aşılabileceğini düşünmektedir:

  • Ucuz altyapılı arsa ve ev üretimi ile bugün şehirlerimizi felakete sürükleyen kaçak inşaat ve gecekondu yanında arazi kullanım yoğunluklarını arttırarak spekülatif kâr sağlamanın, bütün toplumun ahlakî yapısını, hatta siyasî ahlakî tahrib eden; şehirlerimizin sağlıklı oluşumunu imkânsızlaştıran ve toplumun bütün kesimlerine sirayet eden spekülatif gayrı meşru kazançların kapısı da kapatılmış olacaktır. Şehirde oluşan artı değerin, bu değeri vücuda getiren altyapı ve sosyal donanım yatırımlarında kullanılması sağlanmış olacaktır.
  • Spekülatif kazançları kamçılayan bugünkü şehirleri yoğunlaştırma ve yayarak büyütme politikalarına son verilerek, yeni şehirler kurulması yoluyla gerçekleştirilecek 50.000-150.000 nüfuslu veya daha küçük şehirlerin yatırım ve işletme masraflarının daha az olmasına müvazî olarak bu şehirlerde arsa fiyatları da altyapı masraflarıyla dengeli olarak daha ucuza mâledilebilecektir.
  • Şehir geliştirme kuruluşları şehir planlarını hazırlatıp iş-ticaret ve sosyal donanım alanı dışındaki iskân alanlarını konut üretimine; sanayi alanlarını sanayiye pazarlamalı; iş, ticaret ve sosyal donanım alanlarını ise bu son konuda gayrimenkul yatırım ve işletmesi yapacak şehir altyapı ve sosyal donanım tesislerini vücuda getirecek ve işletecek vakıflara veya belediyelere tahsis etmelidir.

Yine Cansever’in umudunun izinde ve onun sözüyle bitirmek gerekirse: Mimari açıdan bütün bu kargaşa içerisinde, tarihi tecrübesini gündeme getirebilecek bir ülke olarak Türkiye, sürdürülebilirlik, adalet, katılım ilkelerini hayata geçirerek elli yıl sonra gelinecek noktayı felaket olmaktan kurtarma durumunda olan Türkiye ancak gerçek çözümü üretebilir. Ürettiği gerçek çözümle de insanlığa önderlik edebilir.

Yeni şehirler kurulması yoluyla gerçekleştirilecek 50.000-150.000 nüfuslu veya daha küçük şehirlerin yatırım ve işletme masrafları daha büyük nüfuslu şehirlere göre daha azdır.

Öncelikle mahallî mimari standartlarının geliştirilmesi ve teknik standartların da buna göre şekillenmesi icab eder.

 

Whatsapp Whatsapp