15 Ocak 2024 Cihannumma Editör Ekibi

Siyasetnameler ve Devletin Temelleri

Selim CERRAH

Türkiye yeni bir dönemin eşiğinde, anayasa tartışmaları başladı. Meseleyi kadîm geleneğe uygun olarak yazılan eserlerden yola çıkarak düzen kuran veya düzeni ihya eden yaklaşımları anlamak gerekir. Anadolu insanı tarihten tevarüs ettiği tecrübe yanında birçok meziyete sahip olduğu gibi, düzen kurma ve devleti yönetme pratiğine de sahiptir.

Değişen şartlara bakarak oluşan sorunlar karşısında kararlı olmalı, çözüm için sağlam iradeyle hareket edilmelidir. Türkiye’de yaşanan sorunların çoğu dışarıdan tetiklenir. Soruna etki eden veya sorunu büyüten güçlerin oyunlarını ve tezgahlarını görerek çare aramalıyız. Gafletten kaynaklanan veya iş bilmememizden doğan sorunlarımız da var. Elbette onları da hikmetle çözeceğiz...

Devletlerin kurucu metinleri ideolojik yaklaşımla değil mâkul ölçülerle belirlenirse topluma huzur verirler. Anayasalar sadece hukuki metin olmaktan ziyâde siyasal metinlerdir, bu sebeple sadece hukukçu yaklaşımıyla inşa edilmemelidirler. Şayet böyle yapılırsa ortaya normatif, kuralcı metinler çıkar. Böyle bir mantıkla üretilen metinler yaraya merhem olmaz.

Nasıl bir yönetime ihtiyaç var sorusu kadar belki ondan çok huzur ve emniyet içinde geleceğe nasıl yürümeliyiz sorusuna cevap vermeliyiz. Devletin şekli farklı olabilir, fakat yapacağı işler değişmemelidir. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” anlayışının yeniden ete kemiğe bürünmesi için devletin temel vasfını “kudret ve şefkat” olarak belirlemeliyiz. Bu iki vasfı birlikte kuşanan devlet adalet dağıtabilir. Hz Ali (kv) “Yöneticiler Allah’ın yeryüzündeki bekçileridir” demişti. Devleti doğru yönetmek için milleti birlik ve dirlik içinde birleştirmeyi sağlayacak bir mefkure etrafında birleşerek yeni düzeni kurmamız gerekir. Böyle bir düzeni kurmak için ilme, irfana, esnek bir bakış açısına ve inceliğe ihtiyacımız var. Bilge mimar Turgut Cansever’in teklif ettiği yaklaşımı hatırlayalım : “Geliştirilmeye müsait, açık uçlu, gelecek nesillerin iradesine ipotek koymayan çözümler peşinde olun.”

Türkiye’de yaşanan sorunların çoğu dışarıdan tetiklenir. Soruna etki eden veya sorunu büyüten güçlerin oyunlarını ve tezgahlarını görerek çare aramalıyız.

Kararlarımız toplumun vicdanını rahatsız ederse sonuçları yorucu ve yıkıcı olur. Herkes yetki alanında otorite olarak yaşar. Hepimiz kendi yetki alanımızı iyi bilmeli, müslümanca inşa etmeliyiz. Hz Osman (ra) “Allah, Kur’an ile engellemediği şeyi sultan ile engeller” demiş. İslâm, düzen kuran ve kargaşaya karşı çıkan bir dindir, adaleti gerçekleştirmek için itaat edilmesi gereken makama ve emirlere itaati bekler, haksızlığa ve zulme karşı çıkar, düzene isyan edilmesini ise yasaklar. Bazı batılı tarihçiler Osmanlı Devleti için “derviş devlet” ifadesini kullanırlar. Çok doğru bir yaklaşım bu, kuruluş mücadelesi Şeyh Edebali ile başlamış, toplum yapısını ahilik ve zaviyeler üzerine kurmuş, ilmiye sınıfını Davud-i Kayseri eliyle inşa etmiş, askeri yapıyı Bektaşi ocağıyla kurmuş ve yürütmüş bir devlet bu ismi hak eder.

Devlet düşüncesi nasıl olmalı etrafında gelişen siyasetnâmelerde ahlâk genellikle üç unsur etrafında belirlenir. Din, Dünya ve Hükümdâr. “Din” meşruiyeti belirler, “Dünya” mekân ve zaman bilincini, “Hükümdâr” ise doğru davranış ve adaletin tecelli merkezi olarak görülür. Dünya bize emanet edilmiştir, vazifemiz onu korumak ve güzelleştirmek yaşanılır hâle getirmektir. “Sizi dünyada halifeler, yâni yöneticiler yapan O’dur” (Fatır, 39). Allah insanı sorumlu varlık olarak yarattı, kâinatı emrine musahhar kıldı, dünyayı îmâr ve inşa etme vazifesini ona yükledi ve onu mahlukatın en şereflisi kıldı. Bu vazifeyi yerine getirmek için bilgi, bilinç ve irade gerekir.

Tarih boyunca böyle bir şuurla mefkûre inşa etmek için çok sayıda eser yazıldı. Toplumun yenilenme azmi ve iradesi bu eserlerle diri tutulmuştur. Siyasetnâme, nasihatnâme ve fütüvvetnâme tarzında yazılmış eserler var.

“Âdil yönetim” nasıl olur?” bunun ölçü ve ilkeleri Siyasetnemeler yoluyla hikmetle ve basiretle anlatılmış. “Ahlâk, Adalet ve Nizam” arayışı kayda geçirilmiştir. “Kendi kalbini yönetemeyenler devleti yönetemez” anlayışı ile yazılmış siyasetnâmeler kişinin önce kendini bilmesi sonra devleti yönetmesi gerektiğini esas alan metinlerdir.

“Kendi kalbini yönetemeyenler devleti yönetemez” anlayışı ile yazılmış siyasetnâme türündeki eserler kişinin önce kendini bilmesi sonra devleti yönetmesi gerektiğini esas alan metinlerdir.

Çalışkan, üretken esnaf, zanaatkâr ve tüccar kesimlerinin hikâyesi ise Fütüvvetnâmelerde yazılmıştır. Bu eserlerde daha fazla kazanma arzusundan ziyâde helâl rızık nasıl kazanılır sorusuna cevap aranmış, haramdan korunma yolları anlatılmıştır. Şahsiyet ve meziyet sahibi meslek erbabı olmak teşvik edilmiş, sofra kültürüyle açlar duyurulmuş, insanlara hikmet yüklü söz ve hikâyelerle usul ve âdab öğretilmiştir.

Nasihatnâme/pendnâme türündeki eserlerde ise irfan kültürü ve tasavvuf neşvesiyle yol gösterici bir iklîm inşa edilmiş, ahlâk, âdab ve hikmet öğretilmiştir. Eserlerde ana fikir “müslümanca yaşamak vaciptir, devlet vacibi gerçekleştirmek için gereklidir” düşüncesidir. Fütüvvetnâmelerle birlikte sâlih ameli teşvik ve sahih düşünce iklimi geliştirmek için yazılmış olan Gazali’nin “Ey Oğul” kitabı gibi nasihatnameler, istikâmet üzere yürümeyi temin edebilecek eserlerdir.

Sadece doğruyu görmek yetmiyor, işin eksik ve kusurlu yönlerini öngörmek gerekiyor. Bunun için toplumların ideallerine sahip çıkması ve derin millet aklının devrede olması gerekir. Devlet adamının kararlarında aile terbiyesinin ve yaşadığı çevrenin etkilerini görürüz. Anadolu’da derin milletin, köklü bir tarih şuuru ve kerim devlet bilinci vardır. Bunca dış müdahaleye ve üretilen sun’i krizlere rağmen ülkede suç ve terör artıyor ama büyük krizler oluşmuyor ve iç savaş çıkmıyorsa bu milletin köklü irfanıyla ve güçlü hafızasıyla açıklayabiliriz.

Her toplum yapısını geleceğe taşıyan tohumu ve kurduğu düzeni bozacak kurdu kendi bünyesinde taşır. “Çelik çekirdek” olması gerekenler demir leblebi olmamalı. Siyasî erki kullanan kişilerde veya siyasî yapılarda ahlâkî kaygılarla hareket etme ihtiyacı yoksa ve orada adalet duygusu gelişmemişse, biriken güç yıkıcı olur. Yusuf Has Hacib, “Devleti korumak, devlete sahip olmaktan önemlidir” demiş. “Devletin ömrünü bilgi, doğruluk ve adalet uzatır, ülke kötü kanunla yönetilemez” demiştir. “Bey eğri yola girmemeli ve doğru yoldan şaşmamalı” Kutadgu Bilig’de var olan toplumsal sözleşme örneği; “Hakan der ki; Yasalarıma uy. Vergini öde. Dostumu dost, düşmanımı düşman belle. Yurttaşın cevabı; Yasalarına uyarım, adil olursan. Vergimi öderim, gümüşün ayarını bozmazsan. Dostunu dost, düşmanını düşman bellerim, can ve mal güvenliğimi sağlarsan”

Devlet geleneği:

İslâm, devlet yönetiminin şekline ve devletin yapısına dair esnek ilkeler ortaya koymuştur. Görevleri önemli görmüş, bunlara öncelik tanımıştır. Adil, barışsever ve hakkâniyetli olunmasını istemiş, yazılı kuralların sert ve korkutucu yönlerini yumuşatmayı esas almıştır. Kurulacak sistem birilerine karşı veya rağmen değil farklı veya benzer unsurları barış içinde ve bir arada yaşatmaya zemin oluşturmalı, esasına göre belirlemiştir. Adalet arayışıyla intikam arayışı birbirinden farklıdır, biri gücünü hakkaniyete saygıdan, diğeri nefretten alır. Biri kulluğa, diğeri esarete giden yola işaret eder.

Bunca dış müdahaleye ve üretilen sun’i krizlere rağmen ülkede suç ve terör artıyor ama büyük krizler oluşmuyor ve iç savaş çıkmıyorsa bu milletin köklü irfanıyla ve güçlü hafızasıyla açıklayabiliriz.

İslâm devlet geleneğinde dikey değil yatay hiyerarşi esas alınmış, yöneticiye “bir adım önde” olan kişi anlamında “imam” denilmiştir. Hilâfet/imamet zaman içinde saltanata dönüşünce “Halife, yeryüzünde Allah’ın gölgesidir” diyen anlayış yatay zemini tahrip etmiş, dikey anlayış devlete ve topluma hâkim olmuştur.

Siyasetname, Kutadgu Bilig, İmam-ı Gazali’nin Devlet Başkanına Öğütleri vb. eserlerin devamı mahiyetinde ve yeni şartları esas alan eserler yazılmalı. Gazâlî’nin Devlet Başkanına Öğütler ve İbn-i Teymiyye’nin Siyaset’i Şer’iyye kitabı yönetimi emanet bilerek toplumsal yapıyı bölünmeye karşı birlik beraberlik şuuru etrafında toplamaya çalışmıştır. Bu eserlerde siyasal açıdan birliği koruma gerektiği yazılmış ayrıca toplumun birliğinin korunmasıyla ilgilenilmiş, bunun yolu olarak da devleti kontrol etmek esas alınmıştır.

Nizamülmülk ve Gazâlî’nin yaşadığı dönemde din-devlet, sultan-din kardeşliği gerekli olduğu için kılıçla mücadeleye ihtiyaç vardı ve onlar eserlerinde gaza duygusunu bolca işlediler. Osmanlı İstanbul’u fethettikten sonra ise toplumsal yapıyı tanzim edecek kanunlara ve düzene ihtiyaç olduğu için kalemle iş yaptı, o sebeple kanunlar çıkarıldı.

Osmanlı, gerilediği dönemlerde yaşanan zayıflamayı ve yıkımı azaltmak için sisteme dönük yenilikler önerildiğine şahitlik ediyoruz;

Kaht-ı Ricâl: İyi yetişmiş insan kıtlığı büyük bir problemdir; “Bir imparatorluk ne kadar geniş, ne kadar kalabalık, ne kadar bolluk bereket içinde olursa olsun, daima Adam kıtlığı çeker.”, “İş başındaki liderlerin tek görevi vardır. En yakın çevresini doğru tayin edip devamlı kontrol etmek. Onların da tek görevi vardır, kendi en yakınlarını doğru tayin edip kontrol etmek…” (Nizamülmülk).

Liyakatsizlik ve adam kayırmanın muhtemel bazı sonuçları: İyilerin umudunu kırar, inancını azaltır, emek ve gayrete ihtiyacı azaltır, her alanda niteliksizliği çoğaltır, toplumu ahlâki zaaflara sürükler, huzursuzluk ve mutsuzluk getirir, kötülerin pervasızlık ve cesaretini arttırır.”

İbn-i Teymiye

İbn-i Haldun, biri şer’i diğeri aklî olmak üzere iki tür siyasetten bahsetmiştir: Ona göre siyasetin fıkıh kurallarından ayrı ilkeleri ve kuralları vardır. Değişim tabii ve zorunlu bir kaidedir, sosyal hayatta var olan her şey değişir. İkinci temel ilke ise değişmezlik ilkesidir, adalet ve hukuk kuralları sabit olmalı, mazi ve hâl, geçmişle bugün suyun suya benzediği gibi birbirine benzer. Değişim zincirinin değişmez halkaları vardır ve biz değişimi bunlara bakarak anlarız. O halde değişim ile geleneği bir arada düşünürsek sürdürülebilir bir hayat yaşarız. İbn-i Haldun, Devlet fıkıh kurallarına saygılı olmalı, siyasî hayat kendi öncelikleriyle işler demiştir.

Gazali ise, devleti koruyacak güce ihtiyaç vardır düşüncesiyle siyasetin toplum hayatını düzene koyarak fertleri kaynaştırması gerektiğini söyler. Gazali düzen kurma fikrini her şeyi yaratıp idare eden bir zatın kulu olmaktan doğar, diyerek izah etmiştir. Toplum idaresinde “Erdem ve Yasa” birlikte olmalıdır, işleri yasanın gücüyle yapmak yeterli değildir, kurallar da erdemli olmalıdır. İslâm dîni siyaset ve iktisatla ilgili birçok ilke ortaya koymuştur. Bu tür emir ve yasaklar aslında ahlâk kurallarının siyasete ve iktisada uygulanması olarak v’az edilmiştir.

Devletin yakalandığı yönetim krizlerini aşmak için Siyasetnâme geleneğine bakarak yeni yaklaşımlar geliştirilmelidir. İki tür “Siyasetname” vardır, kurucu ve inşa edici metinler ve koruyucu ıslah edici metinler.

Yeni düzeni, kurucu ve inşa edici metinlerden hareketle reçeteyi yazmalıyız, bozulmaları ıslah edici kitaplardan hareketle değil.

Kurucu metinler “yönetim nasıl olmalı” sorusuna cevap aramıştır;

Siyasetnâmelerin temel konusu adalet, ahlâk ve nizam arayışı olarak görülebilir. Kuruluş döneminde yazılan eserlerde “Nizam” veya “Nizam’ı Âlem” arayışıyla dünyaya barış ve adalet taşımak esas alınmış, zayıflama döneminde ise devletin düzen ve dirliğinin korunma gâyesi güdülmüştür. Bu durumu “Kanun-i Kadim” arayışı olarak ifade edebiliriz. Toplumun kendi rızası ile tabi olduğu güce otorite denir. Oluşan otorite açığını tesis etmek için “Devlet ve Sultan” ikiz kardeştir şeklinde belirlenen anlayış zamanla değişerek sürdürülebilirlik esas alınmış, “Mülk ve Adalet” kardeştir şekline dönüşmüştür.

İsmail Hakkı Bursevî hz, “Şeriat siyasetle, Siyaset riyasetle kaimdir” demiş. Ebu Hanife hz’nin siyasal fıkhının en önemli dinamikleri ise, “adalet, şura ve rıza” merkezli yönetim anlayışıdır. Onun zulme rıza göstermeyen muhalif ve hakperest duruşu, hayatı pahasına da olsa doğruyu ve hakikati dile getirmekten korkmayan tavizsiz tutumu iyi bir örnektir.

İmam Şatıbî’ye göre dinin koruması gereken temel amacı: Dini, neslin/ırzın, canın, malın ve aklın korunmasından ibaret olarak saymıştır. Dikkat edilirse bunlar arasında devletin korunması yoktur. Devlette amaç yok olursa toplumda fitne ve kargaşa egemen olur, der. Fuat Sezgin, düşünceyi; “Âdil, ölçülü ve keyfi”lik taşımayan eleştiri geliştirir, demiş, Müslümanların gelişmesinin arka planında “adil tenkit prensibi” olduğunu söylemişti.

Peygamberimiz “Padişah halkına zulmederse yağmur kesilir, yağsa bile faydası olmaz” buyurmuş. Adalet işin mihengi olmalı. Fleischer; “Safevîler devleti dine, Osmanlı ise adalete dayandırmıştır, demişti. Eskiler “Hükümdâr âdil olunca hurma dânelerinin bereketi artar” dermişler. “Kavim tartıları eksik yaparsa ot çıkmaz, ekin bitmez; zenginler zekât vermezse yağmurun bereketi kalkar” denilir.

Gazali’ye göre, idareciliğin devamını sağlayan faktöreler:

  1. Dîne ve ilme önem verirsen halkın sevgisini kazanırsın.
  2. Memurları ve amirleri değerli ve akıllı kimselerden seçip meclisine yaklaştır.
  3. İlim öğrenmek için alimlere talebe olmayı kabul et. Gelecekte hayırla yâd edilmek için faziletli bir hayat yaşamaya çalış.
  4. Dürüst baş vezirden bilgi al, hocandan marifet öğren. Devlet işleri böyle davranırsan daima ileri gider ve herhangi bir karışıklık meydana gelmez. (İmam Gazali, Devet Başkanına öğütler, 144)

Hz Zülkarneyn’in yönetiminin dört ilkesi:

  1. Güçlü olmasına rağmen bağışlayıcıydı.
  2. Söz verdiğinde sözünü yerine getirirdi.
  3. Konuştuğu zaman doğru söylerdi.
  4. Bugünün işini yarına bırakmazdı. (İhya 3, 418)

Kurucu siyasetnâmeler felsefi arka planı olan güçlü metinlerdir. Osmanlı siyasetnameleri ise felsefî metinler olmaktan ziyâde pratik ve pragmatik hedeflere bağlıdır.

Koruyucu metinler hastalanan düzeni yaşatmayı esas almıştır:

Ahlak, adalet zayıfladığı ve sosyal denge bozulduğu zaman toplum kendi içinde sorunlu hâle gelir üretim azalır, böyle olunca boşluklar oluşur. Bozulmaların sonucunda yeni nîzam ve mefkure arayışında batıyı taklit sonucu başlayan bir çok problem ortaya çıktı. Koruyucu metinler bozulmaları tespit ederken genellikle İbn-i Haldun’un etkisiyle refah dönemi sonrası meydana gelen duyarsızlık ve ahlâkî gerilemeyi etken olarak işaret eder. Düzenin ve nizamın bozulmasının sebebi, servetin ve zenginliğin artması değil, onlara atfedilen önem ve değerin artması sebebiyle gerçekleşen zihniyet değişimidir, denilir.

Düzenin ve nizamın bozulmasının sebebi, servetin ve zenginliğin artması değil, onlara atfedilen önem ve değerin artması sebebiyle gerçekleşen zihniyet değişimidir.

Daha geniş pencereden bakanlar ise bozulmanın sebebi olarak eski düzen denen “Kanun-i Kadim”den ayrılmayı ve ahlâken gevşemeyi esas almışlardır.

Bir devlet ihtiyarlarsa o hâl bir daha ondan kalkmaz. İhtiyarlık, müzmin, tedavisi veya ortadan kalkması zor hastalıktır. “Hanedanın başlangıcında düşük vergi alınır, buna karşılık gelir büyük olur. Hanedanın sonuna doğru ise yüksek vergi alınır, ama gelir düşer.” İbn-i Haldun “Sahtekâr ve istismarcıların, dîne davet etmeyi bahane ederek siyasi üstünlük kazanma isteklerini eleştiriyor, bu tür kişilere ‘Mülebbis’ yaptıkları işe ise ‘Telbis’ yani sahtekârlık ve istismarcılık” diyor, Süleyman Uludağ (Mukaddime, 382 nolu dipnot).

Koçi Bey ise, geleneksel devlet yapısında yaşanan bozulmalardan şikayet etmişti. Koçi Beyi düzenin bozulması harekete geçirmişti. Siyaset erbabı bozulmaya yol açan sebeplerin çaresini içerde aramalı demişti. Devlet düzeninde yaşanan yozlaşmayı önlemek için Sultan’a idarede “esnek sorumluluk” modeli önermişti. Ayrıca onda “Kanun-i Kadim”e dönme arayışının özlemini ve hüznünü görüyorüz. Osmanlı kurulurken topluma adalete ve hakkaniyete uygun düzen inşa etmeyi vaad etmişti. “Nizam-ı Âlem padişahların mübarek kalplerine bağlıdır. Padişahlar âlemin kalbidir. Kalb iyi olunca vücut da iyi olur.” Kanun “âdil padişah” anlayışıyla birleştiği zaman tahta oturan kişi değil taht meşru hâle gelmektedir... Zayıflama sebebi olarak makineleşmeyle başlayan kalkınma ve gelişmeye ayak uyduramamak veya böyle bir kalkınma modeline katılmayı kötü görmektir denilir.

Kâtip Çelebi, Medeniyetin dayandığı temel ilkelerin evrenselliğiyle çoğulculuk arasındaki ilişkiyi görmüş, ortaya çıkabilecek problemi çözmek için “Hikmet-i Temeddün” kavramını (Medenîleşme hikmeti) geliştirmiştir. Osmanlı kanunnamelerindeki şu bilgi manidardır, yüksek vergi alınması sebebiyle “Onlar üzgün olduğu için ben mutlu değilim” ifadesi yönetimin neyi koruması gerektiğini görmesi açısından ve Osmanlı toplum düzenini görmek için önemlidir. “Osmanlılar refahı adaletin içinde düşündüler, bunu siyasetin bir gereği olarak değil dînin emri olarak kabul ettiler” (Mehmet Genç).

Kâtip Çelebi “Kanun-i Kadim”e “kuşatıcı geçmiş” demiş, oradan temel ilkeler alınarak geleceği kurmaya çalışıldığını söylemiştir. “Kanun-i Kadim” eski dönemin ideâl yanını ifade eder. Osmanlı sistemi akla önem veren “Maturidi” geleneği sayesinde kendi içinde değişime ve dönüşüme açık olmuştur. Kadîm irfan geleneğinin izleri burada devam etmiştir. Devlet aklını yarmaya çalışan ve toplumda birlik ve dirliği zayıflatmak isteyen “Kadızade” vb. anlayışlar ise oluşan güçlü akıl ve gelenekle dengelenmiş, zararları azaltılmıştır.

Kurucu siyasetnâmeler felsef i arka planı olan güçlü metinlerdir. Osmanlı siyasetnameleri ise felsef î metinler olmaktan ziyâde pratik ve pragmatik hedeflere bağlıdır.

Osmanlı döneminde yazılan koruyucu, ıslah ve ihya edici tarzdaki metinlere bakınca devlette ve toplumda gördükleri bozulmaların sebebi olarak zikrettikleri bazı hususlar vardır;

  1. “Balık baştan kokar” diyerek padişahta veya sadrazamda görülen eksiklik ve kusurların sisteme zarar verdiğini söylüyorlar. Padişah otoritesi zarar görmesin diye veya kişisel olarak tenkit edenler zarara uğramamak için daha çok sadrazamlar eleştirilmiştir.
  2. Emaneti ehline vermek gerektiği, ehliyet ve liyâkat olmazsa adalet duygusunun yara alacağı, yönetimin zorlaşacağı ifade edilmiş.
  3. Rüşvetin yaygınlaşması sonucunda hak edilmemiş servetlerin çoğalması veya liyakatsiz kişilerin makam sahibi olmasıyla toplumda birlik, dirlik ve düzenin bozulmasından şikâyet ediliyor.
  4. Meşveret azalınca doğru fikirler azalıyor, idarede keyfilik artıyor. Dîvan gücünü kaybedip işler ilişki ağlarıyla çözülünce güven azaldı.
  5. Musahiplerin fonksiyonu azalınca yöneticiler bilgi ve tecrübe edinmekten, doğru haber ve güzel yorum işitmekten mahrum kaldı. Sır tutan insanlar azalınca bilgi yerini dedikoduya bıraktı, bu ise her yeri kirletti.
  6. Ahlâk azalınca gayr-i meşru işler yayıldı, toplum çürümeye, işler kötüye gitmeye başladı.
  7. Adalet bozulunca düzen bozuldu, düzen bozulunca kargaşa ve fitne arttı. İnsanlar haklarını mafyavari kişiler üzerinden elde etmeye çalıştı, toplumda adalete güven ve denge kaybedildi.
  8. Sınıflar arası geçişte kariyer ve müktesebat değil ilişki ağları ve yakınlık esas alınınca yeni nesil sisteme adapte olamadı.
  9. Devşirme ve enderun sisteminin fonksiyonu azalınca bürokrasi bilgi, irfan ve gelenekten koptu.

Bu ve benzeri hastalıkları teşhis eden eserler her birine kendi akıl ve anlayışına göre çareler üretmeye ve devletin ömrünü uzatmaya çalıştılar.

Yeni bir toplum sözleşmesine ihtiyaç olduğu kadar belki ondan fazla insanın ve toplumun huzurunu temin edecek bir aile düzenine ve sosyal nizama ihtiyacımız var.

Bugün ne yapılmalı?

Yeni bir döneme geçerken koruyucu metinler üzerinden değil kurucu metinlerden hareket edilmeli. Yeni bir toplum sözleşmesine ihtiyaç olduğu kadar belki ondan fazla insanın ve toplumun huzurunu temin edecek bir aile düzenine ve sosyal nizama ihtiyacımız var. Tepeden aşağıya doğru teklif edilen düzen bugünün dünyasında başta gençler olmak üzere itiraz eden toplum kesimlerini sistemden uzaklaştırıyor. Makul eleştirileri ve doğru teklifleri sahiplerinden bağımsız süzgeçten geçirerek birleştirici, içselleştirici, kuşatıcı ve kapsayıcı bir anlayışla ele almak gerekiyor. Bu günlerde “Medine sözleşmesi” üzerinden yeni bir yaklaşım ortaya konulabilir. Konjonktürel hamleler ikna edici olamıyor, kalbe huzur ve itminan veren bütüncül bir bakış gerekiyor.

Bilgi ve gelenek üretmek, örneklik oluşturmak için öncelikle iki temel sorununu çözmek gerekir: Selam ve Eman, yâni “Barış ve Güvenlik.” Toplumla barış içinde olmak ve topumun güvenliğini sağlanmak gerekir. Güveni yitirmek tehlikelidir. Ortaya çıkan problemlerden biri milletlerin yöneticilerine, yöneticilerin de millete güvenmemesi veya güven vermemesidir. Fakirlik, cehalet, tefrika gibi hastalıklar çoğalınca barışı korumak ve güven sorununu çözmek zorlaşır. İslâm dünyasında oluşan güven sorununu din çözebilir. Dîni konularda birleştirici, bütünleştirici yaklaşım kaybedildiğı zaman, farkli din anlayışları üzerinden bölünme ve parçalanma başlıyor. Böyle olunca ilaç şifa olmaktan çıkarıyor, zehir hâline geliyor.

Alimler çok az istisnası dışında devletle kavga etmişler. Çok sayıda eser yazarak siyasal alanı hak ve adalet çizgisine davet etmişlerdir. Gücünü liderden alanlarla değil, gücünü ilim ve hikmetten alan ariflerle bir yol haritası çizmek zorundayız. Siyasetnâmelerde genel olarak olayların sonuçlarının ahlâkî ilkeler tarafından belirlenmiş olduğu düşüncesi esas alınır. Bu sebeple ahlâkî kurallar olayların nedenlerini ve sonuçlarını izah eden temel esas olarak görünürler.

İslâm bir adalet devleti inşa etmiştir;

İslâm her şeyden önce inanç ve akidedir, akideden beslenen bir düzen inşa etmiştir. Dünya ve ahiret saadeti bu şartlarla gerçekleşir. Dînin üç temel gâyesi vardır;

  1. Sadece Allah’a îman edip ibadet etmek.
  2. Erdemli ve ahlâklı yaşamak.
  3. Âdil bir toplum düzeni kurmak ve adalet devleti inşa etmek.

Bu devletin yapısı ve temel esasları önemli olduğu kadar belki daha fazla içeriği ve işlevi örnek gösterilmiştir. Devlette olması gereken bazı özelliklerini hatırlamaya çalışalım;

  1. Düzen ve Kargaşa: Tarihi ve sosyal olaylarda düzen öne çıkmış, fitne ve fesat yasaklanmıştır. Düzeni kurmak ve korumak gerekir.
  2. İtaat ve İsyan: itaat et isyan etme, fiilerinde disipline riayet et. Kişiye değil, ilkeye ve kurala itaat edilmeli, kötülüğe ve yanlışa isyan edilmelidir.
  3. Adil yönetim: Yönetim ve hükümet hukukî olmaya bağlanmış, keyfî veya şahsî tasarruf yok sayılmıştır. Kanun metinleri gücünü doğru ve hakkâniyetli olmasından almalı, yasama gücünden değil. Adalet-Hukuk, Zulüm-Haksızlık; İslâm adaleti emretmiş, zulmün tüm çeşitlerini yasaklamıştır.
  4. Eşitlik-İmtiyaz: Ümmet, idarî, iktisadî, hukuki yönden birbirine eşit görülmüş ayrıcalık-imtiyazlar kaldırılmıştır.
  5. Ümmet ve Azınlıklar: Yönetilen kitle tek bir ümmettir. Tek ayrım müslüman, gayr-ı müslim ayrımıdır, bu ayrımın sonuçları öte dünyada görülür. Askerlik ve emniyet vergisi olan cizye ile onların temel hakları korunmuştur.
  6. Barış ve Savaş: Aslolan barıştır. Savaş, barışı korumak, sürdürmek ve mazlumlara sahip çıkmak için yapılır. Anlaşmalara uymak şart, akitlere sadakat esastır. Gaza ve cihad, dîni anlayışı yaymak ve barışı korumak içindir.
  7. Şura-İstişâre-İstibdad: İslâm danışarak iş yapmayı emretmiştir; baskıyı, istibdadı, keyfî ve başına buyruk davranmayı yasaklamıştır.

Siyasetnâmelerde genel olarak olayların sonuçlarının ahlâkî ilkeler tarafından belirlenmiş olduğu düşüncesi esas alınır.

Adalet güneşinin ortaya çıkacağı ilk yer idarecinin kalbidir. İmam Gazâlî (ra): “Adalet, gayret sahiplerine vadedilmiş kazancın denkliğini ifade eder, demiş. Ayrıca, bir makamın lütuf ve ihsanında eşitlik aramak adalet değildir,” demiştir. Eskiler “Mürüvvet şeriatı yener” demiş, “Akıl için işaret kâfidir.” Dinin gâyesi; aklıselim sahiplerini kendi hür iradeleriyle dünya ve ahiret saadet ve selâmetine eriştirecek gayelere sevk etmektir. İmam Mâverdi toplumun dirliği şu esaslara bağlıdır demiştir; “Uyulan din, etkin yönetim, yaygın adalet, genel güvenlik, sürekli bolluk ve uzun emel/ümit.” (Edeb’üd Dünya, s. 69)

Her yönetim kurallardan ziyâde ilkelere muhtaçtır. Bilge mimar Turgut Cansever’in ortaya koyduğu yönetim ilkeleri:

  1. Dünyada hiçbir çözüm ebediyen geçerli değildir. Açık uçlu geliştirilmeye müsait, gelecek nesillerin iradesine ipotek koymayan çözümler peşinde olun.
  2. Hükmetmeye değil ahenge önem verin. Parça-bütün ilişkisini hakkaniyetle sürdürün.
  3. Hep hareket hâlinde olun, ölçülü bir hareketlilik, küçük adımlarla ilerleyin. Mütevazi olun.
  4. Âdil yönetimin temeli bilgidir. Bilgisiz eylem meşru değildir.

Yeni bir dünya eski ve kötü alışkanlıklara uyarak değil ufuk açan yeni bir yaklaşımla kurulabilir. Türkiye’nin bir hukuk metninden ziyâde topluma huzur ve merhamet aşılayan, sosyal yapısında var olan içselleştirici, kuşatıcı ve kapsayıcı anlayışı geleceğe taşıyacak bir sosyal sözleşmeye ihtiyacı var.

Böyle bir metni sadece bilim adamları veya hukukçular değil ülkesi ve milleti için sırtında yük taşıyan gönlünde dert büyüten herkes birlikte yazmalıdır.

Maliyet hesabı yaparken oluşabilecek hasarları ve riskleri dikkate almak gerekir. Her yeni dönemin bilgece tasarlanmış mimari bir yaklaşıma ihtiyacı olsa da toplumlar asla siyasal mühendislikle yönetilemez. Aziz milletimiz darbeci zihniyetlerin kendisine dayattığı siyasal mühendislik hesaplarını her seçimde yok etmiştir.

Anadolu’yu kalbimizle dinleyelim. Tarih yazmak kanun yazmakla değil, iz bırakan hikâyeler biriktirmekle mümkündür. Anadolu, en ücra şehirlerin köşelerinde biriken küçük hikâyelerin bir araya toplandığı büyük bir hikâyedir. Kendi türkümüzü söyleyerek yol alacaksak unutmayalım ki bu toprağın türküleri yüreklere tesir etmede ve zamanı aşmada kanunlardan daha etkili ve kalıcı olmuştur.

Whatsapp Whatsapp