9 Ocak 2024 Cihannumma Editör Ekibi

Sanal âlemde hangi dine mensubuz?

Fatih SEVGİLİ

Mensubu olduğumuz İslam dini ve medeniyeti, bize hayatı; Dünya Âlemi, Berzah Âlemi ve Ahiret Âlemi olarak öğretmiş, bizler de tüm okumalarımızı bu üç âlem üzerinden yapmışız. Ancak, gelinen bugün itibariyle bunlara bir de ‘sanal âlem’i eklememiz ve tıpkı diğerleri için olduğu gibi Kur’an, Sünnet, Örf ve geleneklerimize göre bu âlem için de bir usul, bir fıkıh, bir okuma ve bir örf oluşturma zorunluluğumuz doğmuştur!

Dünya hayatı için var olan fıkhın usul, esas ve müeyyideleri (helal ve haramları - emir ve yasakları - ayıp ve edepleri vs.), Müslümanı ya da fazilet sahibi bir insanı sanal âlemde de bağlamaz mı? diye sorabiliriz.

Evet, klasik tabirle kâğıt üzerinde (tabiri hoş görün, kastım: Dinimizin kaynağı olan Kur’an ve Sünnet) tabii ki aynen bağlar. Ancak maalesef sanal âlemdeki davranışlarımız incelendiğinde pek de bağlamadığı ve hatta ne yazık ki bağlamadığına inandığımız gerçeği gün gibi ortadadır!

Sosyal medya bağımlılığı, tehlikeleri, yeni neslin internet virüsüyle nasıl bir nesil olacağı; bilgi kirliliğinin, icazetsiz ve şeceresi gaip olan kişilerin ve sahih olup olmadığı bilinmeyen hatta merak dahi edilmeyen ilimlerin sebep olduğu ve olacağı tahribat ve dahi bu konuya bağlı üzerinde çok düşünmemiz, çok konuşmamız, çok çalışmamız gereken, gerçekten ciddiyeti uykularımızı kaçıran konulara girmeden sadece sanal âlem ahlâkı üzerinde durmak istiyorum.

Gerçek âlemde ‘namusumuz’ dediğimiz mahremlerimize ait fotoğraflarımızı, en olmaz halde bulunan hastalarımızın, hatta ölmüş yakınımızın ölüm halindeki son dakika fotoğraflarını, utanmadan yediklerimizin-içtiklerimizin fotoğraflarını paylaşmalarımıza; riya kokan namaz fotoğraflarımıza ve hatta üç-beş beğeni ve yorum almak için bebeklerimize takke-başörtüsü takıp seccade üzerinde fotoğraflarını çekip paylaşma görgüsüzlüğümüzü artık görmemiz gerektiğini söylemek istiyorum.

Ç/aldığımız başkalarına ait özlü sözleri, tespitleri, fikirleri kaynak belirtmeden bize aitmiş gibi paylaşıp filozof/allame rolü yapma konusunun üzerinde çok durmayacağım. Çakma fenomen ve trolleri topyekûn kendime saldırtma niyetinde değilim çünkü!

Çok konuşmamız, çok çalışmamız gereken, gerçekten ciddiyeti uykularımızı kaçıran konulara girmeden sadece sanal âlem ahlâkı üzerinde durmak istiyorum.

Üzerinde durmak istediğim konu şu:

İnsan oluşumuzun ve İslami kimliğimizin, kişiliğimizin gerçek âlemde olduğu gibi sanal âlemde de devam ettiğini idrak edebilirsek belki sanal âleme dair sadece bir ceza hukukuna ihtiyacımız kalkacaktır. Peki, idrak etmediğimiz takdirde sadece bir ‘sosyal medya ceza yasası’ sanal âlemde yaşadığımız kaosu ve vahşeti aşmamıza yetecek midir? Diğer ceza yasalarının diğer suçları bitirmekte ve bireyi-toplumu ıslah edebilme kapasitesine bakılırsa; elbette hayır!

Tam da burada Baki Öztürk'ten alıntıları buraya örnek olarak almak istiyorum:

“Sosyal medya da amel defterimizdir. Her şey kontrol ve kayıt altındadır.”

“İnsan olmaklığımız ve İslami kişiliğimiz ve kimliğimiz sosyal medyada da devam etmektedir.”

“Paylaşımlarda kullandığımız her şey efal-i mükellefin kapsamındadır.” (Efâl-i mükellefin, mükellefiyet çağına giren, her akıllı Müslümanı bağlayan fiiller).

Ve tabi bu ilkelere eklememiz gereken bir diğer önemli husus da şudur: Kullandığımız sosyal medya hesabımız bizim ismimizi ve fotoğrafımızı taşımıyorsa da, diğer insanlar o hesabın bize ait olup olmadığını bilmiyorsa da aynı ilkeler geçerlidir.

Öyleyse dedikodu, yalan, gıybet ve iftiranın, tecessüs ve hırsızlığın, küfür ve hakaretin, kumpas ve komplo kurmanın, yalan haber yaymanın, sırrı ifşa ve emanete ihanet etmenin, mahremiyeti ihlal etmenin, her duyduğumuz haberin hakikatini araştırmadan paylaşmanın; gerçek âlemde olduğu gibi sanal âlemde de haram olduğunu idrak edip ona göre amel etmemiz lazım gelir. Hududullahı aşmanın her âlemde aynı müeyyideye tabi olduğunu unutmayalım.

Bunları idrak etmediğimiz, medeniyet değerlerimizi sanal âlemde hâkim kılmadığımız ve acilen kendimize çeki düzen vermediğimiz takdirde kendimizi telafisi mümkün olmayan bir toplumsal çöküntünün içinde bulacak, insanlığın kurtuluşuna vesile olma iddiamızı da tamamen kaybetmiş olacağız!

Dedikodu, yalan, gıybet ve iftiranın, tecessüs ve hırsızlığın, küfür ve hakaretin, kumpas ve komplo kurmanın, yalan haber yaymanın, gerçek âlemde olduğu gibi sanal âlemde de haram olduğunu idrak edip ona göre amel etmemiz lazım gelir.

Hans Küng’ün; “Zannedildigi gibi insanlığın sonu nükleer silahlar ve doğal felaketlerle olmayacak; aksine ortak hiç bir ahlâki değerin kalmamasıyla olacak.” öngörüsünü ciddiye almamız gerektiğini düşünüyorum.

Toplumun topyekûn şarj cihazına bağlı yaşadığı gerçeğini hepimiz artık görmeliyiz. Öyle ki; girdiğimiz bir ortamda doğa ile dünya ile gerçek âlem ile bağımızı devam ettirme adına talep ettiğimiz ‘cam kenarı, balkon tarafı’ talebimizin yerini ‘priz yanı’ talebi almış bulunmaktadır. Toplum olarak aletle bütünleşmiş bireyler olmaktan öte aletle yaşayabilen-çalışabilen bireyler olduğumuz gerçeğiyle yüzleşmemiz gerekmektedir. Sanal âlem gerçek hayatımızı tüketmekle kalmayıp ahlakımızı da tüketmektedir.

Bizler toplum olarak gerçek âlemde çok güzel ahlâka sahibiz de sorunumuz sadece bu güzel ahlâkı sanal âleme taşıyamamak mı, diye sorabilirsiniz. Maalesef gerçek âlemde de çok farklı değiliz. Ancak sanal âlemde olduğu kadar sınırsız değiliz. Ya da en azından gerçek âlemde yaptıklarımızın bir müeyyidesi olduğuna inanıyoruz. Bu da vicdanımızı bazen rahatsız ediyor.

Üzülerek ifade etmek isterim ki; başta siyaset alanında olmak üzere birçok alanda birçoğumuz, hem gerçek âlemde hem de sanal âlemde yozlaştırıcı bir etkiye sahip olan ‘hedefe varmak için her şey mubahtır’ prensibiyle amel ediyoruz.

Tam da burada Diyanet eski başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez’in; “Hikmet ve basireti sosyal medyaya taşıyamadık. Medya karşısında ve sosyal medyada ihtilaf ahlâkından yoksun din tartışmalarıyla sözümüzü tükettik. Medeniyet değerlerimizi sanal âleme taşıyamadığımız için kendimizi sosyal medyada bir bilgi kaosu ve yorum anarşisi içinde bulduk.” tespitini de çözüm olarak “Hucurat Suresini tekrar tekrar okuyup yeniden iman etmemiz gerektiği” tavsiyesini de çok önemsiyoruz.

Başta siyaset alanında olmak üzere birçok alanda birçoğumuz, hem gerçek âlemde hem de sanal âlemde yozlaştırıcı bir etkiye sahip olan ‘hedefe varmak için her şey mubahtır’ prensibiyle amel ediyoruz

Bu bağlamda bu ve benzer konulardaki prensiplerimizi belirleyen aşağıdaki uyarıların aydınlatıcı olduğunu düşünüyoruz: "Bilmediğin şeyin ardına düşme! Çünkü göz, kulak ve kalp, bunların hepsi sorumludur." (İsra 36)

Gerçek âlemde mensup olduğumuz dinimizin emir ve yasakları, helal ve haramları, günah ve sevapları aynen ve olduğu gibi sanal âlemde de geçerlidir.

Unutmayalım ki; ‘Allah sanal âlemin de Rabbidir.’

Whatsapp Whatsapp